"Yedinci Mühür, serbestçe kullanılmış ortaçağ malzemeleriyle sunulan modern bir şiirdir. Filmimde Şovalye, bugünün askerinin savaştan dönmesi gibi, Haçlı Seferi'nden dönüyor. Orta Çağda insanlar vebadan ölesiye korkarlardı. Bugün de atom bombası korkusuyla yaşıyorlar. Film, teması hayli basit bir allegoridir: İnsan, onun ebedi Tanrı arayışı, ve tek mutlaklık olarak ölüm."
- Ingmar Bergman
Merhaba sayın takipçilerim bu incelememde ünlü yönetmen Bergman'ın varoluşçuluk üzerine çektiği filmlerin ilki olan The Seventh Seal'i inceleyeceğim. Filmi ilk izleyişim üzerinden biraz zaman geçtiği için bu yazıyı yazarken bir yandan filmi izliyor olacağım. Bu tarz filmleri incelemek de kolay bir iş değil fakat elimden geldiğince anladığım şeyleri size aktarmaya çalışacağım.
Film İncil'den bir alıntı ile başlıyor : ‘’Ve kuzu yedinci mührü açınca göğü bir sessizlik bürüdü. Bu yarım saat kadar sürdü ve yedi melek ellerindeki yedi borazanı çalmaya hazırlandı.’’ Okuduğum yazılara göre yarım saat sessizlik tanrının ortadan yok olması olarak nitelendirilebilirmiş. Antonius Block tanrı adına onca yıl savaştıktan sonra geri dönüyor. Fakat kafasında bir sürü soru işareti var. Tanrı'nın varlığı kafasında bir soru işareti. Fakat tek gerçek var o da ölüm. Belki de hayatı veya varlığımız üzerine olan arayışımızı ölümle satranç oynamak olarak nitelendirebiliriz. Fakat bu oyunun kazananı çoktan bellidir. Oyunda hile yapmak ,oyundan kaçmak mümkün değildir. Doğduğumuz günden itibaren bu oyunu oynamak zorundayız. Önemli olan oyunu zekice oynamaya çalışmaktır. Bu oyun bizi mutlu etmek zorunda değil ama varoluşa dair cevaplar bulmamızı sağlayacak tek araç. Fakat eğer şovalyenin aksine bu oyunu oynamaktan korkarsanız cevapları bulmak yerine kendinizi sizi mutlu eden cevaplara yönlendirirsiniz. Bu da din üzerinden anlamlandırılmış bir varoluştur ilk akla gelen şekliyle. İşte bu yüzden veba bile tanrının bir cezası olarak olarak görülüyor filmde. Korku ve bilinmezlik dinlerin kendilerini yaymak için kullandığı en kolay ve etkili yöntemlerdir. İnsanlar vebanın çözüm bulunabilecek bir hastalık ve sadece bir hastalık olduğunu ,kutsal bir tarafının olmadığını anlasa bunun üzerinden bir korkuya kapılmak mümkün olamaz.
Tanrının olmadığı bir yaşam anlamsız mıdır? Bana kalırsa varoluşumuz birkaç yüce amaca dayanmıyor ama insanlara aksini düşünmek mutluluk veriyor. Fakat bence yapmamız gereken şey anın tadını çıkarmak ve mutlu olmak. Belki mutlu olmak yerine başarmak da diyebiliriz. Hayatta bazı hedefler koyup onları başarmak ve kendimizi bu ölçüde tatmin etmek. İşte o zaman gerçekten yaşamış oluyoruz. Zaten bir gün öleceğiz yaşamanın anlamı nedir diye sormak süreci çöpe atıp hayatını heba etmek anlamına geliyor. Eğer hayatımızda ulvi bir amaç yoksa belki de daha basit gözüken ,sanatla uğraşmak ve iyi insan olmaya çalışmak gibi şeyleri hayatımızın merkezine koymamız bizim varoluşumuzu anlamlandıracak şeyler olabilirler. Nazım Hikmet'in Yaşamaya Dair adlı şiirindeki gibi ("Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.")yaptığımız zaman aslında gerçekten yaşamak denen şeyi başarabildiğimize inanıyorum.
Hiç bir din durduk yere yayılmaz. Aslında tarihteki hiç bir savaş hiç bir önemli olay sadece belirli bir sebepten dolayı çıkmamıştır. Haçlı savaşları da her ne kadar din adına çıkarılmış bir savaş gibi görünse de ekonomik ve politik çıkarlar belki de çok daha önde gelmektedir aslında. Filmin 30. dakikası sırasında kendini gösteren ilahiyat fakültesi mezunu kişi kendi geçimini ölü soyarak kazanıyor. Aslında bence buradaki gönderme din adamlarının ölümler , savaşlar üzerinden para kazanıyor olması. Tarihin hiç bir anında din sadece din için yapılmamaktadır bu çok aşikar. Türkiye'de Diyanet'in bütçesine, bindikleri arabalara yaşadıkları lükslere bakınca bunun zamanımıza kadar değişmeyen bir durum olduğunu görüyoruz. Buradan çıkarabileceğimiz sonuçlardan biri ölüm gibi aynı zamanda para da bir gerçektir. Filmin ilerleyen anlarında (55. dakika civarı) Şovalye inancın ona elle tutulur bir gerçeklik sunmadığından dolayı taşıması zor bir şey olduğundan bahsediyor. Sonrasında ise benim önceki paragrafta bahsettiğim hayatta yaşadığı şeylerden zevk almaya başlıyor ve hayatının değerini biliyor. Hokkabaz arkadaşlarıyla sohbeti, yediği çilekleri ,içtiği sütü bir mutluluk kaynağı olarak görmeye başlıyor. Bütün o yaşadığı deneyimlerin hepsi gerçek ve mutluluk verici şeyler. Ölümün "Niye mutlusun?" sorusuna " O da benim sırrım" diye cevap veriyor. İşte o sır hayattaki o andan zevk almak ve gerçeklerden haz almaktır aslında.
1:13 civarı şövalyenin aklına tanrıyı bulmak için başka bir yöntem geliyor. Bu yöntem şeytanın ele geçirdiğine kesin gözüyle bakılan kadının yardımıyla şeytanı görmek ve onun üzerinden tanrının olabileceğine dair somut bir delil elde etmek. Sonuçta iyilik denen şey kötülükle var olabildiği gibi tanrının varlığı da onun varlığından doğan şeytan ve melekler gibi ögelerin varlığıyla da bağlantılıdır. Genelde inançlı insanların sundukları kanıtlar aslında somut kanıtlar değildir. Buna örnek olarak evrenin "mükemmel" düzeni, insanın "mükemmel " anatomisi , kurandaki "kusursuzluk" gibi bir çok objektif kanıt gösterilebilir. Gösterilen kanıtların bir kısmı da kulaktan kulağa dolaşan mucizelere dayanır fakat nedense bu mucizeleri kimse kendi gözleriyle görmemiştir. Bu sebeplerden dolayı insan gerçekten inancından ve yaşadıklarından emin olmak için gerçek ve somut şeyleri aramaya başladığında aslında hayatı daha anlamlı olur. En azından mutlu olmak için kendini kandırmamış olur. Ölüm sorar " Sorularından vazgeçmeyecek misin?" ve cevap hayırdır. Sorulara cevap almak önemli değildir. Bu sorulara kendimizi mutlu edecek değil gerçek cevaplar bulmaktır aslında önemli olan. Bu eksende sorulara cevap bulamadığımız bir durumu kabul etmek bir problem değildir. Sorular başka soruları doğurur ve tüm bunlar hayatımızı daha anlaşılır kılar. Cevabı aramayı bıraktığımız an sadece saf bir mutluluk arayışında olan Jof ve Mia gibi oluruz. Jof ve Mia çocukla beraber filmin sonunda hiç bir şey olmamış gibi mutlular . Bunun nedeni bütün bu arayışın ve soruların aslında biraz hayalperest olan Jof'un kafasından uydurulan problemler olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden kafalarına varoluşlarına dair sorular getirmek yerine varoluşlarından elde ettikleri mutluluğu yaşamayı seçiyorlar. Bu iki karakter dışındaki diğer 7 karakter ( 7 melekle bağlantılı olabilir) filmin sonunda ölümle dans ediyor.
Yazarken benim için yararlı bir inceleme olduğunu hissettim. Filmi daha iyi anladığımı söyleyebilirim. Umarım aynısı siz bu yazıyı okuduktan sonra da olur. Değerli yorumlarınızı esirgemeyin. Bu yazı dışında http://decentfilms.com/reviews/seventhseal burdaki incelemeyi de okumanızı öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder