15 Şubat 2017 Çarşamba

Carol Film İncelemesi

İnsanın hayatında bazı filmler vardır ve bu filmler o kişiler için çok özel anlamlar ifade eder. Carol filmi de benim hayatımda etkisi olan filmlerden biri. Carol filmini tam bir sene önce 15 Şubat 2016 tarihinde sinemada, o gün daha bir blogum yokken izlemiştim. Bu nedenle bir sene sonra yine aynı günde bu incelemeyi yayınlamanın hoş olacağını düşündüm. Film bir çok festivalde ses getirmiş ve Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu ve Queer Palm ödüllerini almıştır. Geçtiğimiz günlerde de SIYAD bu filmi 2016'da vizyona giren en iyi film olarak seçti. Eğer izlemediyseniz mutlaka izlemenizi öneririm.


Önce filmin görsel yanına bakalım.Bu filmi ikinci kez izlediğimde  The Double Life of Veronique filmiyle olan benzerlik gözüme çarptı. O filmi de sinemada izleme şansı bulmuştum. Sanırım iki film de aynı filtreyi ,renkleri kullanarak çekilmiş. Çok kez yeşil,kırmızı ve mavinin ayrı ayrı baskın olduğu planlar görüyoruz film boyunca iki filmde de. Bu durum görselliği ,dolayısıyla filmin havasını, oldukça güzel bir yere taşıyor bana kalırsa. Bunun dışında araba çekimleri filmde benim dikkatimi çeken diğer bir güzellik. O buğulu camların ardında yatan yüzlerin çok hoş bir biçimde yansıtıldığını düşünüyorum. Bunun haricinde filmde çok kez karakterlerin gözünden görüyoruz dünyayı ve bunu tüm doğallığıyla yansıtıyor yine yönetmen. O ışıklı camların ardından bakan kişilerin neler hissettiklerini anlıyoruz belki de bu sayede. Filmin müzikleri de tüm bu görsel güzelliğe eşlik eder biçimde. Tüm bunların dışında dönemin şartları çok güzel yansıtılmış ,gerek görsellerle gerek dekorların güzelliğiyle olsun başarı bir film.


Carol filmi aynı Blue Is the Warmest Color'da olduğu gibi eşcinsel bir aşkı temeline alıyor ve bunu yaparken bayağılaşmaktan oldukça uzak. Böyle güzel bir aşk hikayesinin geçtiği bir filmi izlediğim zaman hissettiğim duyguların heteroseksüel aşkları konu alan filmlerden farkı olmaması benim hoşuma giden şeylerden biri. Çünkü aslında insanların gözlerindeki perdeleri kaldırmak istiyorsak sanat bunun için kullanabilecek en önemli araçtır ve insanlar karakterlerle empati kurmaya ,onların hissetiklerini hissetmeye başlayınca kafasındaki çağ dışı düşüncelerden de uzaklaşmaya başlıyor. Filmde aşk yaşayan çiftin de film boyunca yaşadıkları problemlerin temelinde bu empati yoksunluğu yatıyor aslında. İnsanlar onlara hastalıklı gözüyle bakıyor ve onların duygularını önemsemiyor. Bu durum öyle büyük boyutlara çıkıyor ki Carol kızının velayetini bırakmak zorunda kalıyor filmin sonunda. Film bize dönemin şartlarında eşcinsel ilişkiye bakışı da biraz anlatmaya çalışmış.


Filmde aynı zamanda insanların bencilliğini de görüyoruz. Velayeti sırf Carol onunla olmak istemediği için eline almaya çalışan baba burada cezalandırdığı kişinin aslında çocukları olduğunu fark edemeyecek kadar körleşiyor. Sırf bu işi gerçekleştirebilmek uğruna eşinin peşine bir dedektif takıyor. Bu bencil insanlar çocukluktan beri bize dayatmadıkları şeyi bırakmıyor. Therese küçüklüğünde bile diğer kız çocuklarından farklı olarak bebeklerle oynamak yerine trenlerle oynamayı seçmiş.


Filmde Carol Therese'in hayatında çok büyük değişikliklere yol açıyor ve 15 Şubat günü ve o günü birlikte geçirdiğim kişinin de benim üzerimde benzer bir etkisi var. Bu blogu açmam, sinemaya daha çok odaklanmam, salsa gecelerinde dans ediyor olmam gibi bir sürü şeyin o günün bir sonucu diyebilirim. O gün tek yaptığım şey Therese'nin yaptığı gibi hislerimi takip etmek oldu. Filmde de benzer bir biçimde Therese daha toy bir genç kızken ,filmin sonunda hayallerine ulaşmış ve daha olgun bir kadın oluyor.


Film romantizm üzerine kurulduğu için çok derin mesajlar çıkarmak yerine hissetmeye ,keyif almaya çalışmak gerekiyor. Ben ne kadar sayfalarca yazı yazsam da film ile bağ kurmak tamamen sizin elinizde. Bu yüzden biraz yazıyı öbürlerine göre kısa tutmanın bir zararı olmayacağını düşünüyorum. Benim için önemli bir yeri olan filmi sizlerle paylaşmak istedim.

Bonus:
https://www.youtube.com/watch?v=y33PVE1DI-A