31 Temmuz 2016 Pazar

Amour Film İncelemesi

Bonjour çok değerli okurlarım. Yazın başında sayısal anlamda fazla yazı yazacağımdan söz ediyordum fakat bunu pek başarabilmiş değilim. Fakat bunun yerine yazdığım yazların uzunluklarını arttırıp daha özenli bir şekilde yazmaya çalışıyorum ve haftada en az bir yazı çıkarmaya çalışıyorum. Bu doğrultuda üzerine çok övgüler okuduğum fakat bir türlü izleme fırsatı bulamadığım Haneke'nin Amour yani Aşk filmini incelemeye karar verdim. Filmin 2012 yılında Altın Palmiye ödülünü aldığını da belirtmemiz gerekiyor. Aşk aslında tanımlanması güç bir duygu. Bu yüzden ne zaman insanlar aşkı tanımlamaya ya da üzerine filmler çekmeye çalışsa ortaya birbirinden özgün anlatılar çıkıyor. Örneğin Gaspar Noe'nun Love filmi aşkı anlatırken cinsel ögeleri kullanırken Amour filminde daha çok fedakarlık üzerinden bir anlatı görüyoruz. Sanatın ve aşkın güzelliği biraz da buradan geliyor. İki farklı film, iki çok farklı anlatım ama ikisi de aşkın klişelerinden uzak ve bu yüzden başarılı. Filmde çiftin arasındaki aşk dışında değinilen bir çok konu var yazının devamında bunlara da değinmeye çalışacağım. Ayrıca filmde oyunculukların gerçekten başarılı olduğunu söylemek gerekiyor. Özellikle de Anne'i canlandıran Emmanuelle Riva inanılmaz bir oyunculuk çıkarmış. Venedik Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü almış zaten bu performansıyla.


Filmde çok nadir bir şekilde de olsa hareketli ve dönen bir kamera görüyoruz. Kameranın genelde sabit ve az hareket ettiğini söyleyebiliriz. Zaman zaman ev içinde simetrik çekimler de görüyoruz. Uzun çekimler bol bol kullanılmış filmin içinde. Çok Haneke filmi izlemediğim için bunun Haneke'nin tarzı olup olmadığı hakkında bir şey söyleyemeyeceğim. Kamera kullanımından çok filmdeki ses kullanımı benim dikkatimi çekti. Film başlar başlamaz sesin çok kuru bir şekilde kullanıldığını farkettim. Bütün hışırtılardan diyaloglara kadar daha sert diye tanımlayabileceğim bir ses kullanılmış. Bu durum evin sessizliğini ön plana çıkarmak için kullanılmış veya diyalogları daha karamsar kalıplar içine sokmuş bana kalırsa. Bunun dışında Haneke sesi görünmeyen yerdeki olayları anlatmak ve bize hayal ettirmek için de kullanmış. Filmin başında musluğun kapatılması , Anne'nin odasından inilti sesleri gelmesi bu duruma iki örnek. Ses kadar sessizlik de filmde bize bir çok şey anlatıyor ve duyguların bizim tarafımızdan sindirilmesine yardımcı oluyor. Bazen diyalog olmadan sadece karakterlerin yüzlerine baktığımızda da bize çok şey anlattıklarını görüyoruz. Filmde piyanoyla çalınan müzikler dışında ekstra müzik kullanılmamış ,duygu daha çok yüz ifadeleri ve diyaloglarla verilmeye çalışılmış.


Film sırasında Haneke hayata dair bir çok konuya parmak basmış. Bunlardan biri çok sevdiği eşinin gözü önünde eriyişini gören ve kendini ona bakmaya adayan birinin psikolojisi. Hepimiz bir nebze de olsa kendimizi Georges'in yerine koyup düşünüyoruz ve diyoruz ki biz böyle bir duruma düşsek ne yapardık. Burada kritik olan şey çiftin arasındaki aşkın gücü. O aşk aslında Georges'i bir paradoksa sürüklüyor. Aşık olduğun kişiyi kaybetmek ,onun ölmesine razı olmak ya da onun yaşaması için ondan ayrılmamak için elinden geleni yapmak önündeki iki seçenek. Her iki seçenekte de Georges zarar görüyor aslında. Birinde yalnızlığa sürüklenirken öbüründe sevdiği kadının konuşamamasını , yürüyememesini ve çektiği acıları görmek zorunda kalıyor. Bu işinden çıkılması zor durum onun zaman zaman duygu patlamaları yaşamasına sebep oluyor. Bunu Anne'e attığı tokatta (çok vurucu bir sahne bence) ve ona bağırdığı zamanlarda görebiliyoruz. Georges bir çözüm yolu bulmaya çalışırken bir süre sonra Anne'nin çektiği acıların ne kadar fazla olduğunu gördüğü zaman onu öldürebilecek kadar çok sevdiğini anlıyoruz. Filmin sonunda ise Georges'in ölüp Anne ile birlikte gittiğini görüyoruz. Bu durum aslında ikisi için de mutlu son aslında çünkü Georges eşinin ölümünden sonra evine girmesini istemediği güvercini yakalayıp sevgi gösterecek kadar yalnızlaşıyor o sessiz evinde.


Biraz da Anne'nin gözünden bakmamız gerekiyor. Başlarda yürüyen sandalyeden koltuğa geçme ,normal bir insan gibi çabasını görüyoruz. Kitap okuyor ve hayata devam etmeye çalışıyor. Georges'den yardımına muhtaç olduğunu anlamak onu çok üzüyor. İnsanın en basit ihtiyaçlarını bile kendi başına yerine getiremeyecek olması gerçekten üzücü bir durum. Kendimizi Anne'nin yerine koyduğumuzda hem Georges'a kötülük yaptığımızı hem de yaşamın git gide anlamını yitirdiğini fark ediyoruz. Anne bu süre zarfında uykudan önce çok düşünüyor. Bence eğer kafanızı yastığa koyar koymaz uyuyamıyorsanız beyniniz sizi yaşadığınız olayları düşünmeye ve onlar hakkında yorum yapmaya itiyor. Anne'in bu tarz düşünüşlerini özellikle başlarda olmak üzere görüyoruz. Anne geçmiş özlemini fotoğraf albümlerine bakarak dile getiriyor. Fakat bir süre sonra onu bu yaşama bağlayan hareketlerin hiç birini yapamaz duruma gelip ölümü beklemeye başlıyor. Kendisini bu düştüğü hali görmeye tahammül edemiyor. Bu sırada Georges de tüm bu gerçeklerden bir süre kaçıp ona hemşireler tutup durumunun iyiye gitmesini umuyor. Fakat Anne tüm bu hayalciliğe inlemeler ,gördüğü sanırlar ve konuşma yeteneği kaybetmesiyle cevap veriyor. Tüm bu acıklı durum bana ötenazi hakkını sorgulattı. İnsan yaşamsal faaliyetlerini kendi başına getirebilmek,sağlıklı düşünebilmekten bu kadar uzakken neden ötenazi bu insanların acısını dindirmek için güzel bir yol olmasın? Anne kadar kötü bir duruma düşmemiz gerekmiyor insanlara bu hakkı tanımamız için. Sadece bu film bile işin korkunç yanını gözler önüne seriyor.


Bana kalırsa ev filmdeki gizli oyuncu. Hiç bir şey yapmadan sessizce olduğu yerde dursa dahi aslında bizlere çok şey anlatıyor. Tüm o yaşanmışlıklar, kitaplıkta okunmuş kitaplar ,salonda binlerce belki milyonlarca kez başına oturulup çalınmış piyano hepsi aslında bize çiftin yaşamı hakkında bilgiler veriyor. Ev yeri geldiğinde Anne'in tuvalete gitmesine izin vermezken yeri geldiğinde ise sessizliğiyle korkunç bir hal alıyor. Ev sessiz olduğunda tüm yaşanmışlıklar çiftin üstüne üstüne gelmeye başlıyor. O ev Anne'in ölümünden sonra dayanılmaz sessizliğiyle Georges'in üstüne geliyor. Çiftin yıllarca paylaştığı o ev artık yalnızlığın somut bir hali gibi.Bu yüzden Georges'in kendini öldürmesi onun da huzura kavuşabilmesi için tek yol aslında. Çiftin ölümünden sonra eve gelen kızları da tüm yaşanmışlıklarla yüzleşmek üzere evi görmeye gidip düşüncelere dalıyor ve film burada etkileyici bir şekilde bitiyor.


Amour izleyicinin empati duygusunu sömüren çok başarılı bir film. İncelemenin başlarında da dediğim gibi tüm bu anlattığım şeyleri yaparken klişelerden uzak duruyor ve aslında başarısının altında yatan önemli sebeplerden biri bu. Film bittikten sonra insan tanıdıklarının hayatları ve kendi hayatı üzerine düşünmeden edemiyor, ben filmden kendime dair mesajlar çıkardım umarım sizde de benzer bir etki yaratır. Sonraki yazılarda görüşmek üzere şimdilik au revoir!

1 yorum:

  1. çok güzel bir inceleme olmuş ama çiftin kızları hakkında da yorumunu okumak isterdim.au revoir

    YanıtlaSil