17 Temmuz 2016 Pazar

Rashomon Film İncelemesi ve Gündeme Dair Analojiler

Merhaba sayın kalkışma mağdurları. Ülkemizde mağdur olmanın hepimiz için kaçınılmaz olduğu bu günlerde bir süreliğine de olsa haber kanallarını kapatıp film izlemeye karar verdim. Akira Kurosawa, Ingmar Bergman, Robert Bresson gibi ünlü yönetmenlerin yaptığı filmler hayatımızdaki önemli sorunlara parmak basar ve bizi onlar hakkında düşünmeye iter. Öyle ki Rashomon'dan insanlığa dair hatta daha spesifik olarak ülkemizdeki darbe girişimi sonrası insanların davranışlarına dair sonuçlar çıkarmak kaçınılmaz oluyor. Bu yüzden filmi incelerken daha önceki yazılarımda da yapmaya çalıştığım gibi gündemle filmin ortaklaştığı noktaları size aktarmaya çalışacağım. Rashomon 90 dakika uzunluğunda , insanoğlunun bildiğimiz ama görmezden geldiğimiz yüzünü bize gösteren bir film. Film temel olarak işlenen cinayetin ve çevresinde yaşanan olayların anlatımının kişiden kişiye ne kadar çok değişebileceğini bize gösteriyor.


Öncelikle filmde kamera kullanımı hakkında gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Film sırasında bir çok yakın çekim görüyoruz ve kamera hem sabit hem de hareketli olarak kullanılıyor. Aksiyonun fazla olduğu ormanda koşma sahnelerinde kameranın hızlı hareketleri filmin hızını arttırmak için kullanılmış. Özellikle Takashi Shimura'nın ormanda gezdiği sahnelerin değişik açılardan yansıtılması beni izlerken memnun etti. Benzer bir şekilde hırsızın kızla birlikte ormanda koşuşturması çekilirken kameranın hızı inanılmaz yüksekti ve bu filmin temposunun arttığı bir andı. Akira Kurosawa yakın çekim seviyor. Bana kalırsa Asyalılar özellikle soğuk ülkedeki insanların aksine daha duygusal ve daha heyecanlı karaktere sahipler. Hatta bazı insanlar bu sebepten dolayı Asya sinemasını pek sevmezler ve aşırı bulurlar. Bu nedenle yakın plandan yapılan çekimlerin etkisi bana kalırsa bir Bergman filmindeki yakın çekimlerden daha fazla duygu anlatır. Bu filmde gözlemlediğim diğer bir teknik ayrıntı görüntünün bir kare içinde katmanlara ayrılmasıdır. Kişiler sırayla ifade verdiği sırada kamera sadece onları değil arka planda bulunan ve onu dinleyen insanları da çeker. Bu durum iki ayrı katman iki ayrı olayın aynı kare içinde buluşması demektir. Hırsız ve evli çiftin aynı kare içine girdiğin başka sahneler de bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bunun dışında müzik izleyicinin duygu durumunu yönlendirir bir nitelikte. Bize film hakkında ipuçları vermektedir. Müzik bizimle heyecanlanır bizimle gerilir ve bizimle birlikte üzülür.


Savaş,kıtlık,deprem,fırtına,yangın,salgın hastalık ve çetelerin saldırıları gibi etmenlerin insanları umutsuzluğa sürüklediği bir yerde yaşanıyor olaylar. Her gün bir çok insan saydığım bu sebepler yüzünden ölmekte fakat filmin konu aldığı bu ölümü diğerlerinden ayıran şey insanların acımasız ,bencil ve olaylara işine geldiği gibi bakan yüzünü gözler önüne sermesi. Olaya şahit olan insanlar anlattıkları hikayeleri kendi versiyonlarıyla anlatmaktadırlar. Anlatılan bütün hikayelerin ortak olduğu belirli noktalar olmasına karşın dışarıdan düz bir bakışla hepsi birbirinden taban tabana farklıdır. Bunun birinci ve masum sebebi insanların olaylara farklı açılardan bakıyor olmalarıdır. Buna örnek olarak bir ressamın domateste gördüğüyle bir manavın gördüğü şeyin aynı olmaması verilebilir. Ressam daha öznel ve sanatsal bir domates görürken ,manav aynı domatesi fiziksel özellikleriyle daha nesnel bir açıdan tanımlar. Benzer bir şekilde kişilerin sahip oldukları bilgi setleri , duyguları ve tecrübeleri olayları farklı pencerelerden görmelerine ve yorumlamalarına sebep olur. Aslında işlenen cinayete baktığımı zaman bütün hikayelerde belirli ortak noktalar var. Eşinin ,karısını hor görmesi, hırsızın kadına tacizde bulunması ve adamın ölmesi bütün hikayelerde aynı. Fakat hikayelerin ayrışmasını güçlendiren diğer şey insanların olayları istediği gibi görmeye harcadığı özel çabadır. Bütün hikayeler kişilerin gözünden en doğru ve en haklı kendileri olacak şekilde işlenmiştir. Bu da insanoğlunun kibrinden ileri gelen bir durumdur. Hırsız hikayeyi anlatırken kendinin en iyi hırsız olduğundan ve adamı öldürmeden önce onunla onurlu bir şekilde savaştığını söyler. Hırsızı yakalayan adam onu yakalamaktan dolayı kendini oldukça başarılı görür ama aslında olan hırsızın yorgunluktan bayılması ve böylelikle yakalanmasıdır. Benzer bir şekilde kadın "namuslu" olmak üzerinden bir anlatıyla karşımıza çıkar. Ayrıca olayın anlatılış biçimine göre adaleti sağlamak adına kendilerine verilebilecek olası cezalardan da kaçma çabasıdır bu. İşin diğer bir yanı ise insanların bu anlattıkları hikayelere gerçekten inanıyor olmasıdır. Bu da kibrin insanın gözlerini kör etmesinden başka bir şey değildir.


Biri rahip biri oduncu olan ve onlara katılan diğer adamın arasında geçen konuşmadan ibaret aslında film. Rahip de oduncu adam da oldukça dürüst ve güvenilir kişiler olarak gözüküyorlar gözümüze. Sanki hata yapmazlar,yalan konuşmazlarmış gibi zannediyoruz. Fakat filmin sonunda oduncu adamın da en az diğerleri kadar suçlu olduğunu görüyoruz. Sahip olduğu kibir onun kendi suçunu yani hançeri çaldığı gerçeğini görmezden gelmesini sağlıyor. Bu durumda oduncu yaşadığı sıkıntılar aynı zamanda kendi iç hesaplaşmasıyla da bağlantılı hale gelmiş oluyor. Aralarına sonradan katılan adam ise bütün sorulan sorulara oldukça gerçekçi cevaplar veriyor. Adam gerçekçi ama iyi biri mi diye sorarsak cevabı hayır. Adamı bebeğin üşümesini engelleyen kimonoyu çalarken görüyoruz ve ayıplıyoruz fakat soru şu hangimiz kendi eylemini meşrulaştırmak yerine tüm kötülüğüyle kabul eden adamdan daha dürüstüz. Kötü biri olsa da adamın en azından kendine ve çevresine karşı dürüst biri olduğu söylenebilir. Adamın bu dürüstlüğü ve ölü adamın medyum aracılığıyla konuşup yalan söylemesi rahibin insanlığa olan inancını yok ediyor. Rahip de dünyanın gerçeklerine biraz daha yaklaşmış oluyor böylelikle.


Filmin başında çok şiddetli yağmur yağdığını görüyoruz. Bu oduncu ve rahibin kafasını kurcalayan soruları temsil eden bir metafor olarak kullanılmış diye düşünüyorum. Filmin sonunda yağmur durma noktasına gelmişti ama tamamen durmamıştı yani oduncu ve rahip artık "Anlamıyorum! Anlamıyorum!" diye ortada dolaşmıyordu. İnsanların neden yalan söylediklerini hatta kendilerinin de onlar gibi olduğunu anlıyorlar. Çiseleyen yağmur belki de bizim kafamızdaki soru işaretlerinin bir temsili bile olabilir. Sonuçta bizim o insanlardan bir farkımız yok. Eğer o insanlardan farklı olduğumuzu düşünüyorsak oduncu gibi yanılmış oluruz.

Bu durumu biraz da günümüze daha güncel örneklere adapte etmek istiyorum. Ermeni soykırımını ele alalım. Eğer Ermeni soykırımı hakkında yaşanan hikayeleri Ermenilerin tarafından dinlerseniz babalarının ,dedelerinin nasıl öldürüldüğü ve onlara nasıl işkenceler yapıldığını anlatan taraflı bir anlatı dinlersiniz. Benzer bir şekilde eğer Türklerin tarafından dinlerseniz bu hikayeyi bunların savaş koşulları içinde olabilecek şeyler olduğunu ama Ermeni çetelerini de unutmamız gerektiği söylenir bize. Peki bu hikayelerden hangisi doğrudur? Bana kalırsa ikisinin de doğru ve yanlış tarafları vardır. Evet , Ermeni soykırımı sistematik ve planlı bir şekilde gerçekleşmiştir fakat Ermeni çetelerinin yaptığı eşkıyalıklar yalan mıdır? Bana kalırsa cevap hayır ama bu durum Ermenilerin çektiği acıyı veya Ermeni soykırımının boyutunu küçültür mü? Buna da cevabım hayır. Fakat bu taraflar neden ortak bir anlatı üzerinden anlaşamıyorlar. Bunun birincil sebebi milliyetçiliktir. Rashomon filminin de bize gösterdiği şey insanların işine gelen hikayeye kendilerini inandırmaları çok daha kolaydır. Bu hikayelerin arkasında onları destekleyen milletler ve milliyetçi duygular vardır. Milliyetçi duygular da en temelinde duygulara bağlıdır nedenselliğe değil. İnsanlar "ırklarının" yüceltildikleri milliyetçi anlatılara inanmakta aynı şekilde eğilimlidirler. Bu yüzden duygusal olmasını beklediğimiz Türk ve Ermeni halklarını ortak bir anlatıda birleştirmemiz çok kolay değil. Fakat burada adımları atması gerekenler normal ve adaletli bir dünyada Ermeni ve Türk hükumetleridir. Ermeni tarafını bilemeyeceğim ama ülkemizde milliyetçilik oy toplamak için güçlü bir silah olduğu için Ermeni soykırımının kabulünün iktidar mücadelesinde onları geri plana atacağını bilen hükumet bu durumda bir adım atmamaktadır.


Benzer bir analojiyi 15 Temmuz "kalkışma girişimi" için de yapabiliriz. İnsanlar artık o kadar paranoyaklaşmıştır ki ülkemizde darbe girişimi AKP'nin bir tiyatrosu olarak görülüyor ve bu anlatı sorgusuz sualsiz kabul ediliyor. Bu aynı zamanda filmdeki gibi insanlığa veya devlete olan inancımızın yok olduğunun da çok çarpıcı kanıtıdır bu yüzden bir o kadar da üzücüdür. Ben bu senaryo yanlıştır demiyorum ama böyle bir iddiayı kabul etmek için elimizde yeterli delilimiz yok bana kalırsa. Aynı şekilde bu darbe girişiminin FETÖ terör örgütü (varlığı şüpheli) CHPKK ve dinsizler tarafından kutlu yürüyüşün kesilmesi olarak yorumlanınca yine aynı kanıt eksiğini görüyoruz. Fakat burada insanlar inanmak istedikleri hikayeye inanmak için kanıta ihtiyaç dahi duymayıp , desteği yeterli görüyorlar. Bir yandan darbenin AKP iktidarını bitireceğine sevinip ülkeyi götüreceği daha karanlık günleri görmezden gelmek de kişinin körleşmiş AKP nefretinin bir yansımasıdır. Kısacası hikayedeki karakterleri sadece insan olarak değil insan toplulukları olarak da nitelendirebiliriz. İnsan topluluklarının peşinde sürüklendiği düşünceler insanların kişisel düşüncelerinden daha tehlikelidir.


İnsanoğlu egosuna ve kibrine kapılmaya oldukça meyillidir . Yeter ki kendilerini inandırabilecekleri ve egolarının yarattığı açlığı doyurabilecek anlatılar yaratsınlar.  İncelemenin toplumsal analiz kısmında yazdıklarım kişisel düşüncelerimden çok insanların yaklaşımını açıklamayı hedefledim. Umarım propaganda yapıyormuş gibi gözükmemiştir. Sinema sanatın diğer alanları gibi insan hayatına ,problemlerine parmak basıyor ve bizi düşünmeye itiyor. Bu yüzden kalıcı , tartışmayı bitirmeyen zaman geçtikçe eskimeyen sanat eserleri yaratmak ,toplumu tüketilebilir üretimlerle yalnız bırakmamak aynı problemlerin çözümünde çok önemlidir. Tüketilebilir eserler insanı tatmin eder ve insanda soru sorma ihtiyacı doğurmaz. Bu yüzden bir Holywood komedisini izlemek Rashomon'dan daha kolay olabilir ama kesinlikle o tarz filmleri sanatın içine dahil etmek tatmin etmek ve tüketilmek üzerine kurulu olduklarından dolayı mümkün değildir. 1950'de yapılan bu filmin 2016 yılında hala çok net karşılıklarının olması Rashomon'un ne kadar başarılı bir film olduğunun da kanıtı aynı zamanda. Umarım bu (şu ana kadarki en) uzun yazımın tamamını böyle bir zamanda okuma başarısını gösterebilmişsinizdir ve umarım daha iyi yarınlar bizleri bekliyordur.

1 yorum:

  1. Çok güzel ve emek harcanmış bir yazı okumak büyük zevkti teşekkürler

    YanıtlaSil