IMDb'de ki bilgilere göre Emin Alper bu filmi için 2.35:1 ekran formatını kullanmış. Bunun bence ilk sebebi film boyunca bize doğanın güzelliğini geniş açılardan göstermek istemesi. Film sırasında görsellik olarak besleniyoruz sürekli. Film doğanın güzelliğini gözümüze sokuyor diyebiliriz. Bu güzelliğin yanında özellikle geniş açılı görüntülerde insanların aslında ne kadar küçük olduğunun da farkına varıyoruz. Bu insanoğlunun aslında sandığından önemsiz olduğuna dair bir gönderme olarak düşünülebilir bence. Benim gözlemlediğim diğer bir kamera kullanımı ise hareketli kameranın kişileri sürekli olarak sırtından takip etmesi. Bu kamera kullanımını Emin Alper'in karakteristik bir özelliği olarak söyleyebiliriz bence. Bu durum bize karakterin gördüğü şeyleri onun açısından görmemize yarıyor. Direk kişinin gözünden olan çekimler de var ama kameranın takip etmesi oyuncunun elemine edilmesini önlüyor. Film sırasında kamera gerek hareketli gerekse sabit olarak çeşitli şekillerde kullanılmış gerçekten ama anlattıklarım ilk dikkatimi çekenler.
Filmde sonunda çalan askeri marş dışında müzik yoktu. Ortam sesleri yoğun olarak kullanılmıştı. Ortam seslerinin bu denli yoğun kullanılması , manzaraların,ağaçların,suyun bu kadar çok gösterilmesi galiba Tarkovski'den etkilemenin bir sonucu sanırım. Sinemanın sözsüz anlatım tarafı da denebilir. Bolca su , rüzgar,sinek ve arı sesleri duyuluyor filmde. Görsel olarak gördüğümüz doğanın içine ortam sesleri ile daha çok giriyoruz. Ses aynı zamanda izleyiciyi yönlendirmek için de kullanılmış. Bunu en yoğun olarak A Man Escaped filminde görmüştüm. O filmde insanların idam edildiğinin bir göstergesi olarak silah sesi kullanılıyordu. Bu filmde ise ses hayali yörüklerin bir işareti olarak görülüyor özellikle de Faik için. Onun dışında çobanı da hiç bir şekilde görmüyoruz ama otlatılan hayvanların sesinden çobanın sürüsüyle yakınımıza geldiğini anlıyoruz.
Filmin teknik tarafını bir yana bırakırsak artık filmin meseleleri üzerine konuşabiliriz. Benim filmi izlerken gördüğüm ilk dikkatimi çeken durum erkeklik üzerinden bir hiyerarşi ve aynı durum üzerinden karakterler arasında oluşan çatışma. Nusret'in oğullarının küfürlü konuşmalarına tanık oluyoruz filmin başında. Küfürler nefret söylemi içerir ve bir çoğu seksist ve ırkçı temellere sahiptir. Her ne kadar insanlar "ben o anlamda söylemedim" ya dese de küfürlerin neredeyse hepsi kendi nefret söylemlerinden beslenir. Özellikle bu erkeklik hiyerarşisinin altında olan erkek çocukların kendi erkekliklerini gösterme , kanıtlama biçimlerinden biridir aynı zamanda. Fakat mesela erkeklik hiyerarşisinde kendilerinden üstün olan babalarının yanında küfür etmeleri ise saygısızlık olarak adlandırılır. Aynı eksende babalar erkek çocuklarına erkekliği öğretmekle görevlendirilmişlerdir. Bu noktada Nusret'le Faik arasında bir çatışma yaşanmaktadır. Faik oğlunu yarım herif olmakla itham ediyor. Hatta daha ileri gidip Nusret'e miras kalacak tarlaların Mehmet'e kalmasına karar veriyor çünkü babaya göre tarlalar önemlidir ve gelenek devam ettirilmelidir fakat Nusret sadece sefa sürmeye gelmiştir oralara onun bulunduğu yerine başka bir anlamı yoktur. Nusret Faik'in batıya daha çok yaklaşmış ve geleneklerinden kopmuş oğlunu temsil ediyor. Nusret şiir okumak isterken Faik onun bir türkü söylemesini ister. Faik tepenin ardındaki düşmanla silahlı mücadeleye girmek isterken Nusret onun daha medeni yollarla işi çözmesini ister. Film sırasında ikili arasında sürekli bir çatışma durumu vardır. Nusret'in hayatındaki problemler daha batılı problemlerdir. Nusret yalnızlıktan şikayetçidir ama yalnızlık tanımları çok batılıdır. Kişinin evliyken bile yalnız olabileceğini düşünür ve en sonunda "herkes kendi yalnızlığını yaşıyor" diye bitirir.
Bahsettiğim hiyerarşinin en üstünde dede yani Faik vardır. Bütün olaylarda son sözü Faik söyler. Tepenin ardına yapılacak operasyonu o yönetir. Faik'i film boyunca bağırarak görüyoruz bir yandan. Sesi en gür ve en yüksek perdeden çıkan kişi olması Faik'in en erkeksi karakter olmasının bir göstergesi. Bu erkeklik hiyerarşisinin en altında Süleyman ve Caner yani en küçük iki erkek çocuk bulunuyor. Onların görevi erkekliği öğrenmek ve onlara verilen görevleri yerine getirmek. Caner bu yüzden erkekliğini geliştirmek için tüfek kullanmayı öğrenmek istiyor ve gizli gizli rakı içiyor. Bu erkeklik yarışı öyle ki Süleyman ile Caner arasında da sürtüşmeye neden oluyor ve sonunda Caner "korkmadığı" köpeği tüfeğiyle vuruyor. Tabii aslında vuran Caner değil tepenin ardındaki yörüklerdir (!) Bu durum hangi hikayeye inanmak istediğinize göre değişir. Aynı şekilde Zafer'in babasını vurması da yine yörüklerin suçlanmasına sebep olmuştur. Askerlik kurumu var tabii bir da bu işin içinde. Zaferin askerde yaşadığı atmosferden sonra delirdiğini anlıyoruz. Askerlik de yine bu anlattığım erkeklik olgusunun yüce koruyucularındandır. (Daha detaylı bir askerlik incelemem için Full Jacket incelememi okuyabilirsiniz. ) Asker geldiği zaman ortama Faik yani hiyerarşinin en üstündeki kişi bile tedirgin olur. Militarizm aslında felsefe olarak özellikle de Türk toplumunun en derinine işlemiştir. Hiyerarşi, kadınlığın korunması ve erkekliğin silahla,ölümle yüceltilmesi gibi kavramlar aynı zamanda militarizmin kavramlarıdır. Filmin sonunda askeri marşın kullanılmasının sebebi buna bir göndermedir aslında.
Bir de kadının açısından bakmamız gerekiyor tüm bu olaylara. Meryem ve kızı genelde evlerinde durup ev işleriyle ilgilenirler. "Erkek işlerine" karışmazlar , rakı sofrasında bulunmazlar. Onlar yemek yaparlar ve çocuk doğururlar. Erkek çocuk doğurur ve yanına da güzel yemekler yapabilir erkeğine güzel hizmet edebilirse ondan iyisi yoktur. Kadınların erkeklerin dünyasında suskundur. This is a man's world desek çok yanılmış olmayız. Meryem ona yapılan cinsel istismara ,biçilen rollere karşı suskundur. Fakat küçük kızı tam Meryem gibi değildir. Daha dobra ve biraz da asi ruhlu olduğunu söyleyebiliriz küçük kızın. Fakat zamanla toplum yani çevresindeki adamlar onu da Meryem'leştirecek ve sesini kesecektir. Her ne kadar dünyada Merkel veya Hilary Clinton gibi kadın liderlerin sayısının artışta olduğunu görüyor bile olsak hala insanlık olarak atmamız gereken çok adım var. Sonuçta Obama siyahi bir başkan olmasına rağmen hala zenciler sokaklarda polisler tarafından öldürülüyorsa Hilary'nin başkan olması da kadınların problemlerinin çözüldüğünü değil sadece bir kadının başarılı olup başkan oldabildiğini gösterir.
Filmin en can alıcı ve bütün anlattıklarımı toparlayacak noktasına gelelim. Bütün bu anlattığım örnek verdiğim problemlerin kaynağı hiç bir zaman bizler değiliz. Zaferin delirmesinin ,ölmesinin veya Nusret'in vurulmasının sebebi biz değiliz. PKK'nın ortaya çıkmasının sebebi biz değiliz. Kürtlerin TC'den nefret etmesinin sebebi değiliz. Bütün suçlular tepenin ardındakiler. Darbenin olmasının sebebi kesinlikle AKP'nin yarattığı sivil darbe atmosferi değildir tek suçlu FETÖ'dür. Gülen cemaatinin 40 yıldır devletin her kademesine yayılabilmesinin sebebi AKP değildir Amerika'dır. Yani aslında suçlu hiç bir zaman biz değiliz. Ermeni soykırımının olmasının sebebi biz değiliz savaş koşullarıdır. Aslında biz ne zaman yaptığımız hareketlerin sorumluluğunu üstlemeyi öğreneceğiz işte o zaman problemlerin çözümünde bir noktaya gelebiliriz. Ülkemizde veya kişisel hayatımızda yaşadığımız problemlerin sorumluluğunu almaktan kaçmak ve bunlardan kurtulmak için tepenin ardında düşmanlar yaratmak çözüme giden yolun önünü kapatır. Ne zaman kendimize dürüst olursak o zaman bu engelleri aşıp problemlerin çözümünde güçlü adımlar atmaya başlayabiliriz. Filmde köpeğin,Zafer'in ve Nusret'in vurulmasının tek sebebi ataerkil toplumu devam ettiren bizleriz. Biz bile aslında bir nebze suçu karakterlere atmak yerine kendi hayatımızda yaptığımız yanlışlara bakmalıyız. Üniversite bitirmiş eğitimli adamlar kızlarını , eşlerini dövebiliyorsa bu sadece doğunun problemi de değildir. Suçu doğunun eğitimsizliğine atarak da kurtulamayız. Bu yüzden artık tepenin ardı yerine önümüzdeki gerçeklerle ilgilenmek yapacağımız en doğru hareket olur.
Özetlemek gerekirse Tepenin Ardı içinde bir çok meseleyi barındıran çok başarılı bir ilk filmdir. Emin Alper ,Tolga Karaçelik gibi genç Türk yönetmenlerin güzel filmlerini görmek de insanı mutlu ediyor. Bu tarz filmlerin çekilebilmesi için Türk sinemasına belki de daha çok önem vermemiz ,filmlerini daha çok izlememiz ve gündeme getirmemiz gerekiyor olabilir. Sonraki yazımda görüşmek üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder