Benim film sırasında ilk gözlemlediğim şey dinlerin insanların umutlarından beslenmesi. Hayata dindar varoluşçuluk penceresinden bakan insanlar ateist bireylerin hayatlarında umutsuzluk ve amaçsızlık görürler. Bunun en temel nedeni eğer kendileri dinlerinden vazgeçecek olurlarsa büyük bir umutsuzluğun içine sürükleneceklerini düşünmeleri. Zaten dinler de insanların bulundukları bu umutsuz durumdan çıkmalarına yardımcı oldukları için ihtiyaç üzerine çıkmıştır. İnsanlar dünyadaki adaletsizliklerin öbür dünyada karşılığı olacağına inanmak isterler. Eğer fakir ve zor bir hayat geçiriyorlarsa bunun onlar için bir test olmasını ve bu sefil hayatın cennetle ödüllendirileceğini umut etmek isterler. İçinde bulundukları kötü ve zor durumların üstesinden dua yardımıyla gelebileceklerini düşünmek isterler. Fakat ne yazık ki hayat bu kadar romantik ve istediklerimizin gerçekleştiği bir yer değil.
Dinlerin insanlar üzerinde yarattığı atmosfer kişilerin umutsuzluğunu da arttırmak ve dine bağlılığını arttırır niteliktedir. Filmde olduğu gibi Hristiyanlık perspektifinden bakacak olursak Hristiyan ebeveynler çocuklarına daha küçüklükten itibaren İsa'nın onlar için acı çektiğini ve insanoğlunun bu yüzden günahkar olduğunu anlatırlar. Benzer anlatılar bütün İbrahimi dinlerde mevcuttur. Dinlerin kurallarına uyulmaması dahilinde cehennemle veya anlamsız bir hayatla korkuturlar insanların gözlerini. Bu öğretileri küçüklüğünden itibaren almış kişinin inandıklarını sorgulaması için tüm bu korkularının üstüne gitmelidir önce. Bu süreç bir kez başladığı andan itibaren durdurmak güçtür. Filmdeki rahibin yaşadıkları da bundan ibarettir. İnsanların tatmin olmayı gerçekleri aramaya tercih ettiği bu sürecin içerisine girebilmesi için filmde rahibin eşinin vefat etmesi gibi motivasyonlar gerekmektedir genelde. İnsanın hayatı böylesine derinden etkilendiği zaman dinler tarafından ona verilen cevaplar da tatmin ediciliğini yitirmeye başlıyor. Tanrının sessizliği tam da bu noktada devreye giriyor. İşte o zaman insan aklını kullanarak gerçeklerin arayışına girmeye başlar.
Rahipler dinlerin anlaşılmasında ve insanlara aktarılmasında kilit rol oynamaktadırlar. Rahip kendisine gelen intihara meyilli ve Çin'in atom bombası ile dünyayı mahvedeceğini düşünüp umutsuzluğa kapılan kişiyi teselli etmek,onu tanrının yoluna sokmak yerine sessiz kalmayı tercih ediyor. Bunun nedeni tanrının da ona karşı sessiz olmasıdır. Rahip Hristiyanlığın öğretilerinden adama verebileceği cevaplara artık kendi de inanmamaktadır. Bu noktada rahp adamı iyileştirmek yerine kendi kafasına benzer soruları olan kişinin düşüncelerini öğrenmek ister aslında. Yaptıkları konuşma sonucunda rahip adama yardım edemez ve intiharı önleyemez. Rahip yaptığı konuşmadan sonra özgürleştiğinin farkına varmıştır. "Özgürüm, sonunda özgürüm.Bu fani umudu taşıyordum. Her şeyin bir yanılsama, hayal ve yalanlar olmayacağına dair..." Ne çanı çalmakla görevli adam ne de orgu çalan adamın düşünceleri rahipten farklı değildir. Org çalan adam bir an önce işini bitirmeye bakmaktadır ve yaptığı işe duyduğu inanç yok olmuştur. Benzer bir şekilde çanı çalmayı ve mumları yakma işini yapan adam ise duyduğu inanç azaldığı için işinde kötüleşmeye başlamıştır.
Filmdeki metaforlardan gözüme ilk çarpanı miyop olan Marta gözlükleri taktığında dünyayı gerçek haliyle görmeye başlıyor. Marta gözlükleri takılı halde rahiple konuştuğu zaman gerçekleri konuşmaya başlıyor. Tanrı'nın olmadığını ve (diğer bir gerçek bilgi olan) rahibin onunla evlenmemesinin ana nedeninin onu sevmemesi olduğundan bahseder. Rahip Marta'nın ona yazdığı mektubu okumaya başladıktan sonra Marta'nın gözlüksüz halini görmeye başlıyoruz. Duaların işe yaradığını düşünen ve kendine ulvi bir görev olarak rahiple ilgilenmeyi seçen inançlı bir Marta görüyoruz. " O kadar sefil bir durumdaydım ki daha fazla dua etmeyi düşünüyordum" der Marta mektubunda. Bu cümle Marta'nın dine bağlanışını ve yukarıda anlattığım şeyleri özetler nitelikte. Filmde gördüğüm diğer bir metafor ise hastalık metaforudur. İnsanların çektikleri varoluşsal sancılar ve hayata dair düşünceleri onları grip gibi esir alır. Bu düşünceler kendilerini geliştirmeye başladıktan sonra bulaşıcı hale de gelirler. Benzer fikirlerden başka insanlar da etkilenmeye başlarlar ve belki de onların hayatlarını daha zor bir hale sokarlar. Önemli olan hastalığa çözümü mantıksal ilerleme (uslamlama) yoluyla bulmaktır. Hastalığı yok saymak yani kendini dini masallarla kandırmak insanı ölüme sürükleyebilir. Tabii burada varoluşsal bir ölümden bahsediyorum. Sartre , Decartes'ın "Düşünüyorum öyleyse varım." sözüne bağlı kalır felsefesini açıklarken. Ona göre varoluş özden önce gelir. İnsan belirli bir özün (ulvi kanunların ve tanrının yaratısının) içine doğmak yerine varoluşuyla birlikte özünü ortaya çıkarır. Aksi durumda insanın özgür bir varlığından söz etmemiz mümkün değildir.
Ve film en sonunda bu müthiş sözler ile bitiyor:
"Fiziksel acıya yapılan bu vurgu. O kadar da kötü olamaz. Küstahça konuşuyormuş gibi olabilirim ama mütevazı olmam gerekirse, en az İsa kadar fiziksel acı çektim. Ve çektiği işkence nispeten kısaydı. Bildiğim kadarıyla dört saat civarındaydı, değil mi?
Başka bir çeşit acı çekmiş olabileceğini hissediyorum. Belki tamamen yanlış anlamışımdır. Ama Gethsemane’i düşünün peder.İsa’nın öğrencileri uyuyorlardı. Son yemeğin anlamını kavrayamamışlardı. Ve sonra kanun adamları geldiklerinde kaçıp gittiler. Ve Peter onu reddetti. İsa öğrencilerini 3 yıldan beri tanıyordu.
Her anlarını beraber geçirdiler ama ne demek istediğini anlayamadılar. En son kişiye kadar onu yalnız bıraktılar. Ve tek başına kaldı.
Bu acı vermiş olmalı.
Kimsenin anlamadığını fark etmiş olmak.
Güvenebileceğin birilerini ararken terk edilmek bu ıstırap verici olmalı. Ama en kötüsü daha gelmemişti. İsa çarmıha gerildiğinde ve asılı kaldığında acılar içinde bağırdı:
“Tanrım, Tanrım!” “Neden beni terk ettin?
” Bütün gücüyle bağırdı. Cennetteki babasının onu terk ettiğini düşünüyordu. Vaaz verdiği her şeyin yalan olduğunu düşündü. Ölmeden önceki anında İsa şüphe içerisinde kaldı. Kesinlikle bu onun en büyük sıkıntısı olsa gerek?
Tanrı’nın suskunluğu."
Açıkçası İsa'nın çarmıha geriliş hikayesini farklı yerlerden bir çok kez duydum ama böylesine eşsiz olan yorumu daha önce görmemiştim gerçekten etkilendim. İsa'nın bile aslında bizim gibi soruları olan bir insan olabileceğinin vurgusunu yapar bu yorum.
Kısa ,derin ve üstüne uzun uzun konuşulabilecek bir film Winter Light. İzlemediyseniz zaman kaybetmeden izlemenizi öneririm. Sizi tanrının suskunluğuyla baş başa bırakıyorum.
sade ve açıklayıcı güzel bir yazı olmuş teşekkürler.
YanıtlaSil