Film Isak Borg'un nasıl yalnız kaldığını kibirli bir şekilde yorumlamasıyla başlıyor. Aslında hayatımızda bir çoğumuz Isak Borg'a benzer bir şekilde insanları eleştirip kendi eksiklerimizi hatalarımızı görmezden gelip peygambermişiz gibi kibirli olabiliyoruz. Elbet her insanın sevdiğimiz ve sevdiğimiz yönleri olacak ve önemli olan onlardan uzaklaşmak yerine onlarla buluşabileceğimiz en uygun yerde ilişkimizi sürdürmek. Burada önemli olan şey kibirli olmamak. Filmde gördüğümüz ikinci karakter evdeki ev işleriyle ilgilenen kadın. Film üzerinde bu kadınla birlikte başlamak üzere bir çok toplumsal cinsiyet rolleri göndermesi bulunmakta. Isak kendi valizini toplamakta, kahvaltsını hazırlamakta yani kısacası ev işlerinde pek becerikli değil. Onun yerine evdeki işleri yapması için bir "kadın" var. Kadın sigara içemez , çünkü sigara içmek erkeğe yakışan bir eylemdir. Yolculuk sırasında yapılan kazada adamın "arabayı kadın kullanıyor
du" demesi gibi bir çok gönderme vardı filmin içinde.
du" demesi gibi bir çok gönderme vardı filmin içinde.
Kronolojik sırayla devam etmek gerekirse sırada Isak'ın gördüğü rüya var. Bu rüya Isak'ın bilinçaltını anlamamızı sağlıyor. Rüyaları insanların kendilerine dürüst olduğu kesitler olarak değerlendirebiliriz. Rüyalarda insanlar kendi korkularıyla, düşünceleriyle yüzleşirler. Rüyalarında geleceği gördüğünü iddia eden bazı üstün yetenekli insanlarn aksine rüyamızda düşünmediğimiz veya daha önce görmediğimiz hiçbir şeyi görmemiz mümkün değil. Bu rüyadan benim anladığım şey Isak'ın öncelikle yolunu kaybetmiş olması. Sokaklar arasında kayboluyor ve yolunu bulamıyor. Saate bakmak istediğinde akrep ve yelkovanın yokluğu onun aynı zamanda zaman içinde kaybolmuşluğunu da temsil ediyor. Yüzü olmayan ve yok olan insan onun yalnızlığını simgeliyor. Atsız at arabası yolunu kaybetmişliğin bir simgesi ve tüm bu içinde bulunduğu durum onun ölüm denen olguyla yüzleşmesini sağlıyor.
Isak'ın içinde bulunduğu bu durum onu yaşamını gözden geçireceği uzun araba yolculuğuna sürüklüyor. Isakla beraber onu sevmeyen gelini de yolculukta onunla birlikte. Isak tabii ki hayat hakkında her şeyi bildiği gibi kadınları da çözmüştür. Ona göre kadınlar dedikodu yapmak,ağlamak ve dedikodu yapmaktan çok hoşlanırlar. Isak gibi yaşı ilerlemiş insanlar genelde değişime gittikçe uzaklaşırlar. Hayatlarında belirli doğrular vardır ve onlar hiç bir şekilde değişmezler. Isak' a göre ona olan borç her ne olursa ödenmeliydi. Gelin yolculuk sırasında hiç bir çekincesi olmadan Isak hakkındaki düşüncelerini doğrudan aktarmaktan çekinmiyor. Böylelikle Isak gerçeklerle direk olarak yüzleşme fırsatı buluyor. Hayatının 20 senesini geçirdiği yazlığa yol üzerinden uğrayan Isak rüyayla karışık bir şekilde o evde geçen olayların arka planlarına bakıyor. Sahip olduğu kibrin sevdiği kadının onunla olan samimiyetini ve iletişimini kötü olarak etkilediğini fark etmesini sağlıyor. Hayatta Isak'ın düşündüğü gibi kesin doğrular yoktur. Bazen çok ağır işiten bir adama şarkı yazmak bile yeterince anlamlı bir hediye yerine geçebilir her ne kadar dünyanın en işlevli hediyesi olmasa bile.
Filmde geçen başka bir konu tanrı,din ve ölüm üçlüsü. Ölümün eşiğinde olan insanlar için din gerçekten önemli bir dayanak noktası diyebiliriz. Özellikle de insanlar yaşlandıkça hayatlarının amaçlarını kaybetmeye başladıkça sarılabilecekleri en kolay şey din olmaya başlıyor. Din hem onlar için bir uğraş hem de ölüm korkusunu bastırabilecek bir araç. Filmden alıntılamak gerekirse "İnsanlar için din , ağrıyan organlar için bir afyondur." . Bu diyalog bir şiirle devam ediyor:
“ Şafak vakti, aradığım arkadaş nerede ?Gece çöktüğünde, onu hala bulamamıştım.
Yanan kalbim bana onun izlerini gösteriyor.
Çiçeklerin açtığı her yerde, onun izlerini görüyorum.
Onun sevgisi tüm havaya karışmış.
Sesi yaz rüzgârında uğulduyor.”
Bu şiirde bahsettiğim durumdaki bir insanın yani yanan kalbim tanrıya ulaşmasının kolay olmasına bir vurgu var. İnsan bulmak istediği zaman tanrıya ait izleri her yerde güçlük çekmeden bulabiliyor.
Filmde temel olarak Isak'ın yaşadığı şey gerçeklerle yüzleşmek. Gerçekle yüzleşmek aynada kendine bakmak ve dolunayın kendini parlak bir şekilde göstermesi gibi metaforlar kullanılarak anlatılıyor. Sara'nın sözleri çok önemli: " O kadar çok şey biliyorsun ve hiç bir şey bilmiyorsun." Isak ne kadar başarılı ve bilgili bir doktor olursa olsun bu durum sadece onun kibrini beslemektedir. Bu yüzden kendi hayal dünyasından çıkıp gerçeklerle yüzleşmek onun bu kibrini zedelemektedir. Isak bir kapının önüne geliyor ve eline bir çivi batıyor. Bu çivi ona fiziksel ve inkar edilemez bir acı yaratıyor. Aslında Isak'ın yolculuk boyunca öğrendiği ve düşündüğü şeyler fiziksel acı gibi yadsınamaz bir gerçeklikte onun içini acıtıyor. Aynı rüyanın devamında Isak adeta Kafka'nın Dava kitabındaki gibi absürd bir davanın içinde buluyor kendini. Bu dava onun hayat boyunca yaptıkları ve kazandıklarını sorgular nitelikte. Çok güvendiği doktorluk becerileri hüsrana uğruyor. Dava sırasında Isak üç farklı sebepten dolayı suçlanıyor ve bu suçlamalar eşi tarafından yapılıyor. Duygusuzluk, bencillik ve acımasızlık... Isak'ın sahip olduğu bu üç özellik onun yalnız kalmasına sebep oluyor. Bu rüyanın sonunda Isak'ın karakterinin kırılmaya başladığını
görüyoruz. Ona ev işlerinden yardım eden kadın Agda'dan özür dilemesi buna bir örnek. Ses tonu ve yüz ifadelerinin de yumuşadığını görebiliyoruz.
Bergman filmlerinde izleyicileri düşündürmek isteyen bir yönetmen. Bu yazdıklarım benim aklıma takılanlar. Umarım faydalı bir yazı olmuştur.
görüyoruz. Ona ev işlerinden yardım eden kadın Agda'dan özür dilemesi buna bir örnek. Ses tonu ve yüz ifadelerinin de yumuşadığını görebiliyoruz.
Bergman filmlerinde izleyicileri düşündürmek isteyen bir yönetmen. Bu yazdıklarım benim aklıma takılanlar. Umarım faydalı bir yazı olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder