Filmde müzikler çok fazla yer kaplıyor . Bana kalırsa bazen yönetmen sessizliği kullanmayı bilmeli. Filmde müzik bu kadar çok kullanıldığı zaman izleyici yönlendirilmiş oluyor. Ne zaman ne hissedeceğini müziklerden anlıyor ve bu kişinin filme kendi gerçekliğini katmasının bir nebze önüne geçiyor. Görsel açıdan da güzel bir film izledim diyebilirim. Öncelikle bütün kıyafetler, dekorlar ,görkemli manastır ve doğa manzarası film boyunca ilgimi çekti. Doğa manzaraları ve manastırı çokça defa geniş açılardan önümüze sunmuş yönetmen Jean-Jacques Annaud. Bu yazıyı yazarken okuduğuma göre manastırı filmi çekmek için baştan yaratmışlar. Gerçekten mükemmel bir iş çıkardıklarını söyleyebilirim.
İlk 20-30 dakika boyunca filmin hızı biraz yavaştı diyebilirim. Sinemaya uyarlanmasından dolayı mı bilmiyorum ama filmin başları daha çok karakterleri izleyiciye tanıtmak üzere kurgulanmış ve hikayeye veya verdiği mesaja pek katkısı bulunmuyor bana kalırsa. Filmin başından sonuna kadar pek sevmediğim şeylerden biri ise William of Baskerville'in adeta bir Sherlock Holmes kusursuzluğunda olması. Olaylara bakışı bütün diğer insanlardan farklı ve kusursuza yakındı . Bu durum filmin gerçekçiliğini azalttığı gibi verdiği mesajların etkisini de azaltıyor bence. Evet filmde gerçekten bilginin ne kadar önemli olduğuna dair bir sürü diyalog duyuyoruz ve William'da bilgiye değer veriyor ,fakat bu bilgilerin William'ı kusursuz bir şekilde doğru hedeflere doğru sonuçlara götürmesi filmin gerçekçiliğini ciddi bir şekilde düşürüyor. Ya da başka bir değişle William dahil bütün karakterler aslında birer aktör ve bütün hikayeyi William'ı kitapla buluşturmak ve sonunda bir mesaj vermek kaygısıyla canlandırıyorlar. William'ın bilgeliğine bir gerçeklik katmak için biraz daha kusurlu bir karakter olması gerektiğini düşünüyorum. Zaten bilge olmak daha öğrenecek çok şey olduğunu bilmek durumudur aynı zamanda. Filmde bununla ilgili William'ın şöyle bir repliği var: "Adso, if I knew the answers to everything, I would be teaching theology in Paris."
William aslında bir keşişin sahip olmaması gereken sürekli öğrenme isteğine sahiptir. Keşişler filmde de bahsedildiği gibi bilgiyi ilerletmek gibi bir amaç gütmezler , onu sadece muhafaza etmekle görevlidirler. Bilgiyi sorgulamak değil ,ezberlemek önemlidir. Gülmek günahtır, esas olan tanrı korkusudur. İnsanlar öğrenmeye başladıkça sorgulamaya başlarlar ,sorgulamaya başladıkları vakit bilinmeyenlerin yüce açıklayıcısı olan tanrıdan o kadar uzaklaşırlar. Bilmemek de korku ve çaresizlik yaratır. Bu korku ve çaresizliği gölgede bırakabilecek şeylerden biri güldürüdür. İnsanlar gülmeye başladıkları bir şeyden korkamazlar. Korkamadıkları zaman kendilerini çaresiz hissedemezler. Çaresiz hissedemedikleri vakit ise tanrıya sığınma ihtiyacı duymazlar. Tanrı inancı adına en tehlikeli olan ise dalga geçen ve sorgulayan insanların keşişler ,düşünür ve okuyan kişiler olmasıdır. Bunun nedeni ise keşişlerin insanları etkileme gücü olmasıdır. Eğer sıradan halktan bir insanız küçük çevreniz dışında etki yaratmanız pek mümkün değildir. Bu nedenle Aristo'nun kitabının keşişler tarafından okunması sakıncalıdır.
Gözüme çarpan diğer konular ise engizisyonun gücü , tarikatların birbirlerini kafir ilan etme çabası. Engizisyonun gücü ağır bir şekilde hissediliyor filmde. Engizisyon zaten bildiğimiz kadarıyla Avrupa'da özgür ve rasyonel düşüncenin önündeki en büyük engellerden biri. Zamanında Galileo'yu da durduran yine aynı Engizisyon. Ne zaman ki Engizisyon yenilgiye uğruyor o zaman Rönesans başlıyor. Ama engizisyon yenilene kadar engizisyona karşı çıkan kişiler kafir ilan ediliyor. Engizisyon yargıcının söylediklerini sorgulamak büyük bir hata , yoksa kendinizi hapiste bulmanız çok zor değil. Aynı şekilde film sırasında tarikatların tartıştığı bir konu: İsa zengin miydi fakir miydi? Herkesin bir düşüncesi var fakat uzlaşmaları hiçbir şekilde mümkün değil. Zaten uzlaşmaya gelmekten çok kendi düşüncelerini dayatmak için tartışmaya geliyorlar bence tarikatlar. Hepsi birbirine göre kafirdir. Bu kafir yaratma kavramı aslında bir nevi savunma mekanizmasıdır.
Bu durumun AKP ve RTE'nin politikalarını beğenmeyen insanların vatan haini ilan edilmesinden pek farkı yoktur. Tek doğrucu sistem hainlerini yaratır. Tek doğruyu yanlışlamaya çalışmak ya da en azından tartışmaya açmak bile sürüden farklı olmak yani hain olmak için yeterlidir. Eğer farklıysan yani bir kafirsen veya hainsen seni suçladıkları zaman meşruiyet zemini yaratmakta güçlük de çekmeyecekledir. Filmdeki kız gibi fakirsen mesela bir orospu damgası yiyeceksin.
Kızdan bahsetmişken , kadınların cadı gibi görüldüğünü es geçmememiz gerekiyor. Filmdeki bir çok bölümde olduğu gibi kadınların neredeyse şeytanla eş tutulduğunu görüyoruz. Bu da aynı şekilde din adamlarının çoğunlukla erkeklerden oluşması ve erkek egemen bir dünya olmasının bir sonucu. Erkekler bu şeytanlar tarafından kandırıldıkları zaman cinsel ilişkiye girerler. Sırf bu yüzden Adso sevdiği hoşlandığı birine sevgisini gösterirken çekiniyor. Filmin sonunda kızı yanına almadığı için pişman olmadığını belirtiyor fakat ben dürüst olduğunu düşünmüyorum. Bu düşüncesi kendini İsa'nın öğretileriyle kısıtlamış bir beynin , taktığı keşiş maskesinin altından konuşan bir insanın sözleridir. Zaten bana kalırsa ne Adso ne de William için keşiş olmak ideal senaryo değildir.
Film hakkında yazabileceğim şeyler şimdilik bunlarla kısıtlı. Eğer sonuna kadar okuduysanız teşekkür ederim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere... Chao!