Film görsel açıdan çok tatmin edici ve araya hiç bir cut girmeden gösterilen binanın sarsılması,tahliye sahnesiyle başlıyor. Çok klişe bir yorum olacak ama çökmekte olan bina İranı ve daha geniş düşünürsek içinde yaşadığımız dünyayı temsil ediyor bence. İnsanlar içinde bulundukları dünyadan kaçmak istiyorlar çünkü duvarları çatırdayan yozlaşmış bir dünyanın içinde kimse yaşamak istemiyor. Fakat kaçabileceğimiz daha uygar bir uzaylı kolonisi olmadığına göre toplumdan soyutlanmak ,toplumun dinamiklerinden etkilenmemek pek mümkün değil. Film başladığı gibi yine aynı binada çözümleniyor. Karakterler kendi iç hesaplaşmalarını o binada gerçekleştiriyor ve film yaşlı satıcının ölümüyle sonlanıyor.
Asghar Farhadi filmde sahnelenen tiyatro oyunu Satıcının Ölümü ile filmin karakterleri arasında bağlantı kurmak istemiş. Provalar sırasında "kötü kadın" rolünün canlandırıldığını görüyoruz ve aslında Rana rolündeki kadın da farkında olmadan onlardan önce evlerinde yaşayan ve mahallede adı evine aldığı farklı erkeklerden dolayı adı çıkmış kadını canlandırıyor. Filmin sonunda ise gerçekten giysi satan "satıcı" içinde yaşadığı buhranlara dayanamayıp kalp krizinden ölüyor. Buradan çıkarabileceğimiz şeylerden biri aslında başarılı edebi eserler yaşadığımız hayattan esintiler taşımakta. Filmde tek ölen kişi yaşlı ve sapık amca değil aslında ,toplumun onlara yaşattıklarını kaldıramayan Rana ve Emad çifti de psikolojik olarak öldüler aslında filmin sonunda. Çökmekte olan evin içinde bulunan bazı filmlerden göndermeler de olduğunu düşünüyorum. Mesela en göze çarpanı Bergman'ın Skammen yani Utanç isimli filminin afişiydi. O film de yine benzer bir toplum eleştirisi yapıyor.
Benim filmde gördüğüm ve aktarılmak istenen başka bir konu ise artık insanlarda dünyanın iyiye gideceğine dair inancın yok olmuş olması. Problemlerin çözüleceğine artık o kadar da inanmıyor bu insanlar. Sansür kurulu oynadıkları tiyatro oyununa dilediği gibi sansür koyabiliyor. Çıplak olduğunu söylediği bir sahnede pardösü ile çıkmak zorunda kalıyor sanatçılar. İnsanlar sansürü kanıksamışlar. Çocuklara uygun görülmeyen kitapları kütüphaneye sokmaya uğraşmak yerine çöpe atılmasını istiyor öğretmen. Çünkü o da çaba göstermenin bir yararı olmayacağının farkında aslında. Kimsenin adalet inancı kalmamış. Evinde darp edilsen bile adli sistem o kadar yavaş ve bezdirici ki insanların acısını deşmek ve süreci uzatmak dışında başka bir işe yaramıyor. İş böyle olunca Emad tüm işi bir intikam mücadelesine dönüştürerek kendi çözmek istiyor. Bunlar da kendi içinde yozlaşmış toplumun küçük küçük belirtileri olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunların yanında insanlar neredeyse her filmde ve hayatın her alanında olduğu gibi suçu evin eski sahibi olan "kötü kadın"a yıkmakla meşguller. ama biz filmin sonunda anlıyoruz ki aslında bu insanların kendileri de hiç melek değiller. Evi onlara tanıtan adamın o kadınla bir ilişkisi olduğunu öğreniyoruz. Kadının arkasından sürekli konuşan insanlar evde çıkan arbedeye basit bir aile kavgasıdır diye karışmak istemiyorlar. Bu insanlar sadece pasiflikleriyle bile kötüler aslında. Filmde sürekli bir dedikodu hali var insanlarda. Film boyunca evde daha önce yaşamış kadınla tanışma fırsatımız bulunmuyor. Belki de o kadını başkalarından değil de kendisinden dinlesek çok başka bir sonuca varacağız aslında.
Filmi çok başarılı yapan unsurlardan biri ise gizemi sürekli koruması ve sürdürmesi. Film bizi sürekli bir şekilde yönlendirip ters köşe yapıyor. Bizim film içinde yaptığımız yargıların bir çoğu boşa çıkıyor. Aslında burada gerçek kavramıyla ilgili de bir analiz yapılabilir. Holywood yapımlarında mutlak doğru ve yanlışları görüyoruz genelde. Zaten neyin gerçek olduğu felsefede bile büyük bir tartışma aslında. Bilimsel bilginin en gerçek şey olduğunu iddia edebilirsiniz ama yeni bir bilimsel keşif yüzyıllarca doğruluğuna inandığınız bütün bilgileri değiştirebilir aslında. Bu doğrultuda eski ev sahibine yapılan ithaflar o kadını tanıdığımız anda değişebilir aslında. Bu noktada güvenebileceğimiz tek şey aslında kendi düşüncelerimiz. Filmde bir çok bilginin kişiler tarafından saklandığını görüyoruz. Bu da gerçek hikayeyi bulmamıza giden yolculukta hep önümüze zorluk çıkarıyor aslında. Bu durum aynı zamanda karakterlerin çok yönlü insanlar olduğu vurgusunu da çok güçlü bir şekilde yapıyor. Açığa yeni çıkan bilgiler sürekli bizi hayretler içinde bırakıyor. Tüm filmi bir bulmacayı çözer gibi izliyoruz aslında ve böylelikle filmden kopmak mümkün olmuyor. Asghar Fahradi'nin About Elly, A Separation ve Fireworks Wednesday benzer dinamiklerle izleyiciyi uyanık tutuyor aslında. Fakat bence A Separation ve The Salesman senaryonun bütünlüğü açısından biraz daha öne çıkıyor. Bu filmlerin hepsi aslında bize insanın farklı yüzlerini göstermekte çok etkili gerçekten.
Kısacası Asghar Fahradi oldukça güzel bir filme imzasını atmış bence. Senaryosu ,oyuncusu ve güzel kurgusu sayesinde başarılı bir bütün diyebiliriz. Toni Erdmann bazı gereksiz olduğu düşünülen sahneler yüzünden çok eleştirilmişti ama bence The Salesman bu yönden çok daha iyi bir film olduğu için ve belki de Asghar Fahradi yakın zamanda Trump yüzünden Amerika'ya giremediği için en iyi yabancı film ödülüne sahip oldu. Ben bu yazıdan sonra bir süre İran övmeyi "abi daha yeni övdüm" diyerek reddedeceğim ama siz övmeye devam edin. Filmde çalan ve benim çok sevdiğim bir şarkıyla size veda ediyorum. Altyazıdan şarkının güzel sözlerini okumayı ihmal etmeyin. Ali Azmi-Prelude
Merhabalar,
YanıtlaSilThe salesman, forushande filmi hakkında eleştiri yazıp The salesman izle link içerecek şekilde blogunuzda paylaşırsanız, twitterda toplamda 500bin takipçiye sahip 4 hesabımdan, yeni yazacağınız the salesman izle konulu yazınızı ve başka bir yazınızı paylaşabilirim(ya da bir tweetinizi RTleyebilirim) bycemadrian ve c_sureyadizesi hesaplarının dışında 2 hesabımdan daha paylaşım yapacağım. Eminim the salesman izle 'me şansınız olmuştur. Hatırlayacağınız üzere ünlü yönetmen Asghar Farhadi'nin yabancı dilde en iyi film oskarını kazandığı son filmi.