Bir aydan fazla bir süre sonra blogumu okuyan ,beni takip eden herkese koca bir merhaba. Üçüncü sınıfın yoğun temposundan kurtulup ne yeterince film izleyebildim ne de yazı yazmak için kendime zaman ayırabildim. Final öncesinde oluşan ya da benim kendimi rahatlatmak için oluşturduğum küçük bir boşlukta White God isimli filmi sizlere tanıtmak ve üzerine konuşmak istiyorum. Buraya yazı yazmadan önce yazacağım filmin içime sinmesini birinci koşul olarak seçiyorum ve White God öyle bir film ki benim ülke ve dünyada yaşananlar hakkındaki düşüncelerimi çok güzel bir üslupla açıklıyor. İlk bakışta küçük kız ve sevimli köpeğini konu alan bir film gibi gözükse de aslında ,yozlaşmış ,sevgiden uzaklaşmış bir toplumun anatomisini inceliyoruz. Ayrımcılığı,şiddeti en saf haliyle diyaloglara ihtiyaç duymadan görüyoruz. Bu filmi anlattığı şeyler dışında önemli yapan ve benim ilgimi özellikle çeken durumlardan biri ise oyunculardan birinin köpek olması. Bu da sinemanın gücünü gösteren ve ufukları genişleten bir durum aslında. Doğru kareleri ,doğru anları arka arkaya anlamlı olacak şekilde birleştirmek ve anlatılmak isteneni insanların repliklerine ihtiyaç duymadan anlatmak bana oldukça büyüleyici geliyor. Köpeğin oynamasının filmi etkilememesi ,hatta tam tersi olumlu etki yapması duyguların ve hislerin ortaklığı olarak da yorumlanabilir. Aslında ne kadar farklıyız ve kadar farklı hissedip üzülüyoruz. Köpekler , kediler , inekler ve memeli hayvanların belki de hepsi ne kadar basit hayvanlar. Kendimizi onların yanında tanrısal bir yere koymak mümkün mü? Bence değil. Filmin anlatmak istediği şeylerden biri de bu.
Filmde geniş açılı bir mercek kullanıldığını görüyoruz (2.35:1) . Geniş açılı mercekler bence genelde kişileri vurgulamak için uygundur. Filmde Hagen'ın , Lilli'nin toplumdaki yalnız kalmışlıklarını vurgulamanın bir yolu da bu geniş açılı mercekten geçer aslında. Lilli'nin koca caddede tek başına kalması vurgulanıyor. Sevgiden yoksun toplumun son kalesi olarak gösteriliyor Hagen ve Lili. Bunun yanında hareketli kamera seçimi de köpeğin ,bisikletin hareketinin ve filmdeki gerilimin daha iyi yansıtılmasına yardımcı olduğunu düşünüyorum. Kamera bazen köpeğin yerine geçerken,bazen bisiklet üstüne oluyor ve bazen de bize olayları yorumlama şansı veriyor. Bunu dışında filmin müzikleri oldukça güzel seçilmiş ve filmin anlatımında önemli bir etkisi var. Müzik aslında filmin ana odaklarından biri de diyebiliriz. Müzikler ve özellikle Lili'nin trompetinden çıkan ezgiler müziğin evrenselliğini ve farklılıkları hiçe sayan yapısını gözümüze sokar nitelikte. Konserde çalacakları eserin ne hakkında olduğunu sorar öğretmen ama bu sorunun cevabını sevmediğiniz Macar soyundan olmadığı için dışladığınız köpek bile çok iyi biliyor. Burada yönetmen filmin son sahnesiyle aslında bize soruyor soruyu. Peki o eserin ne hakkında olduğunu siz biliyor musunuz?
Günümüz toplumunun içi o kadar boşaltıldı ki , insanlar birbirinden o kadar uzaklaştırıldı ve duygusuzlaştırıldı ki hepimizin aslında Hagen'ın filmde yaşadığı farkındalığı yaşamamız lazım. Hagen filmde "köpek kardeşiyle" dövüşmesinden sonra niye kendi gibi bir köpeğe saldırdığını düşünür aslında iç dünyasında ve onu kendi köpek kardeşlerine düşüren insanlardan tek tek intikam almak için ordusuyla birlikte barınaktan kaçarak şehri terörize eder. Bir saniye... Terör dediysek PKK falan demedik ,değil mi? Yoksa demeli ve gerçeklerle yüzleşmeli miyiz? Aslında filmdeki köpeklerin terörize olmasıyla insanların dağa çıkıp haklarının siyasal zeminden en uzak , insanlık dışı yöntemlerle aramalarının sebebi de biziz. Aslında farklı milletten ,farklı düşünceden ,farklı cinsel yönelimden yani kısacası farklı olan herkesi sevmeyi unuttuğumuz için suçluyuz hepimiz. Buradan PKK veya terörist övücülüğü yaptığım çıkartılmasın. Benim söylemeye çalıştığım tek şey suçu kendimizde aramaya çalışmamız. Yaşanan her kötü olaydan sonra yalnızca terörü suçlamak, suçu dış mihraklara ya da tepenin ardındaki kötü insanlara yüklemek yerine sudaki yansımamızla yüzleşmemiz aslında en yararlı olan şeydir. Köpeklerin cins köpek olmadığı için tehlikeli görülmesi , sokaklarda yaşamak zorunda bırakılmaları , şiddet görmeleri ve hatta öldürülmeleri... Yılbaşını kutlamak isteyen insanların kâfir olarak nitelendirilmesi , vatan haini görülmesi ve bu yüzden öldürümelerinin meşru görülmesi,hapse atılması ,ifade özgürlü alanlarının kısıtlanması... Bu bahsettiklerim aslında gerçeğin iki farklı boyutu. Aralarındaki tek fark birini bilgisayar veya sinema erkanı aracılığıyla diğerini ise çıplak gözlerimizle görmemiz. İşte tam da bu nedenle bize insanlığımızı tekrar hatırlatabilen ,sevgiyi öğretebilen yegane araç olan sanatı korumak oldukça önemlidir ama içimizdeki çürümüşlük gibi sanat da çürümüşlükten nasibini alıyor. Sanatın yozlaştırılmasıyla birlikte her duygunun içi de biraz boşalmış oluyor. Tekrar söylüyorum hepimizin içi çürümüş durumda. Yanımızda patlamayan bombaya sevinir hale geldik. Hepimiz bencil ve duyarsız yaratıklar olduk. Bizi birleştirebilecek bütün değerleri yok edip ,ayrıştıranları yücelttik. Kısacası filmin de dediği gibi sevmeyi unuttuk.
Sevmeyi unuttuk dedim ama aslında o kadar da unuttuk diyemeyiz. Biz çocuklarımızı, vatandaşlarımızı sevdik hem de çok sevdik ama bir şartla. Eğer bizim istediğimiz gibi yaşamazsa bu çocuklar onları sevmedik. Hayatlarını bizim söylediklerimize göre şekillendirmedikleri için biz o insanları sevmedik. Filmde babası Lilli'nin sakız çiğnemesine bile karışıyor. Baktığınız zaman ne kadar basit bir şey ama aslında arkasında yatan şey çok korkunç Size merak etmeye fırsat bırakmadan arkasında olan şeyi de açıklıyorum: Düzeni korumak ve kural sevicilik yapmak. Düzen size zarar verene kadar onun her kalesini korumak ve kollamak. Apartmandaki köpeği ihbar etmek ya da cins olmayan bir köpek besleyebilmek için para vermek zorunda kalmak... Bu kurallara itiraz etmeden yaşadığın zaman kimse kılına dokunmaz ve sana zarar veremeye çalışmaz çünkü uslu çocuklar her zaman sevilirler. Bu noktada Lilli'nin müzik öğretmeni de filmde benzer bir otorite simgesi. Otoriteye saygı duyduğun takdirde korodaki yerin her zaman hazırdır. Hatta babanın Lilli'ye bütün koro önünde özür diletmesi bile otoritenin kutsanması,yülceltilmesi ve diğer koro üyelerinin gözüne sokulması dışında bir şey değildir.
Tüm bu köpekleri bu hale getiren şey neydi ? Bu köpekler aç ,susuz bırakıldı. Toplumun en alt kesiminde sokakta yaşayan ve şiddetin götürülerini deneyimlemiş bir insan tarafından bile çıkarları uğruna satılıyor. O insanı bu kadar bencil yapan da toplumdan başkası değil aslında. Film boyunca Hagen'a ilaç veriliyor,şiddet uygulanıyor ve tam bir savaş köpeği haline geldiğini görüyoruz. Eğer filmi Hagen'in bir saldırı köpeği olduğu zamandan sonra izleseydik onun ne hırçın ,vahşi ve belki de ölmeyi hak eden bir köpek olduğunu düşünecektik. İşte günümüzde siyasetçilerin, medyanın ,yancı akademisyen ve gazetecelerin yaptıkları şey bu. Daha yeni sansürlenen Yeşim Ustaoğlu'nun Tereddüt filmi gibi istedikleri bilgileri ,geçmişi sansürlemekten çekinmiyorlar. Ülkede ve dünyada yaşanan olayları kendi eksik bakış açılarından yorumluyorlar. Bunun medyada yansıması da algı yönetiminden başka bir şey değildir. Televizyonlar ve internette sadece onların istediği bilgiler dolaşabilirken ,ülkede iki askerimizin IŞİD tarafından yakıldığından sadece küçük bir azınlık haberdar. Tüm bu yaratılan algı nedeniyle yaratılan intikam ve idam söylemlerinin arkasında destekçi bulmak da oldukça kolay oluyor. Anlamadınız mı ki terörün çözümü intikam değildir. İntikam dediğin tek şey karşılıklı kayıptan başka bir şey değildir. Peki kaybedilen ne , insanlar ,hayatlar ,sevgi. Hala dersimizi almadık mı? Belli ki almadık. Yapmamız gereken tek şey var o da sevginin karşısında olan her şeye düşman olmak. Yazıyı filmin başındaki alıntıyla tamamlayalım.
"Kötü olan her şey sevgimize muhtaçtır." R. M. Like
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder