16 Ekim 2016 Pazar

Uzak Film İncelemesi

Merhaba çok sevgili okurum. Okulumun başlamasının hayatımı daha düzene sokmasıyla yazılarımın sıklığı da (en azından şimdilik) artmış bulunmakta. Bu durumun hem sana hem bana faydası var. Sorarsan neden Nuri Bilge Ceylanın o kadar filmi arasından Uzak'ı seçtin diye bu çok doğru bir soru olacaktır. Hafta içinde NBC atölyesine gitmeyi düşündüğüm için ve konuşulacak filmlerden bir tanesi de Uzak olacağı için ve bunun yanında blogumdaki yerli yapımların azlığını düşünerek yazıma başlamak için gerekli motivasyonu kendime yarattım. Film hakkındaki detaylara girmeden NBC ve Uzak filminin aldığı ödüller üzerinden birkaç cümlelik güzellemeler yapmayı gerek görmüyorum, lüften imdb kullanmayı öğrenip bakın. Uzak hayatımı kökten değiştiren veya yeni bakış açıları kattı dersem yalan söylemiş olurum. Uzak filmi benim için durum öyküsü niteliğinde bir film. Hayatın penceresinden durum öykülerini bize gösteren tek kişi NBC değil tabii , özellikle benim son zamanlarda beğendiğim Dardenne kardeşler de benzer nitelikte filmler çıkarıyor mutlaka bakınız. Elbette iki yönetmenin tarzları ve işledikleri konular birbirinden oldukça farklı.


Öncelikle NBC'nin kamerasından bahsetmek istiyorum biraz. Bana kalırsa kamera bizim filmde karakterlerle empati kurmamızı oldukça kısıtlıyor ve izleyici konumuna sürüklüyor. İki karaktere de tepeden bakıyoruz diyebiliriz. Zaman zaman dünyayı onların gözlerinden görsek de bu çok nadir oluyor. Açı , karşı açı konuşmalar bile oldukça nadir diyebiliriz. Filmin çoğu sabit kameranın yavaş hareketleri veya hiç hareket etmemesi ile çekilmiş. Kamera sabit durduğu anların çoğunda oyuncular kameranın önüne gelerek kendilerini planların içine sokmuşlardır. Bu durum kameranın oyunculardan bağımsız bir göz olarak davrandığına çok güzel bir örnektir. Kamera zekidir ve olması gereken yerde oyuncuları gözetler niteliktedir. 

Film birbirine bir çok konuda uzak iki karakteri işliyor görebileceğimiz gibi. Mahmut Tarkovski izleyen ,aşk acısı çeken ,kitap okuyan biriyken ,Mahmut ekonomik anlamda çok iyi durumda diyemesek de Yusuf kadar çaresiz değil. Mahmut sistemin yok ettiği,ideallerinden kopardığı biri. Yönetmen olmak ,Tarkovski gibi filmler çekmek isterken kendini mermerlerin fotoğrafını çeken biri olarak bulur. Bu durum çok iyi bir fotoğrafçı olmak isterken kıyma fotoğrafı çeken Umut Sarıkaya'nın yarattığı karakterle aynı kişilerdir. İnsanlar hayatlarında büyük ya da küçük belirli idealler sahiptir. Bu ideallere giden yol elbette sıkıntılı olabilir. Engelle karşılaşıldığı zaman pes etmek veya etmemek tamamen kişinin elindedir. Elbette içinde yaşadığımız sistem bizleri onun bir parçası olmaya,ölü ve sistemin devamlılığını sağlamak dışında işlevi olmayan zombilere dönüştürmeye çalışsa da en azından bireysel boyutta sisteme karşı koyma gücü insanların çoğunda vardır fakat buna cesaret edebilenler sayılı kişilerdir. İnsanlar onları robotlaştıran ve kendi benliklerinden uzaklaştıran sisteme boyun eğdikleri zaman suçu kendilerinde aramazlar ve hayatlarını heba ettiklerinin farkına varmazlar. Bu kişiler öncelikle suçu kendilerinde değil çevrelerinde aramaya başlarlar . ancak her insan öncelikle kendisi için yaşar ve yaşamalıdır. Ölmeden önce keşke dememek için yaşamalıyız ve kararlarımızı bu doğrultuda vermeliyiz. 


Yusuf sistemin parçası olmayı kurtuluş zanneden ,dar görüşlü , eğitimsiz biri. Akraba olmasalar Yusuf ve Mahmut'un aynı ortamda bulunmaları oldukça güç. Yusuf sanattan anlamaz televizyondaki programları,dizileri, dövüş filmlerini çok sever. Kadınlara oldukça sapıkça davranır ve bunun temel nedeni muhafazakar köy ortamında bastırılmış cinsel kimliğidir. Kahvehane'de sohbet etmek hoşuna gider. Yusuf hayal dünyasında yaşamaktadır. Onun için şehirde mutlu yaşam yoktur. Alabora olmuş gemi görüntüsü bu durumu özetler nitelikte. Fakat umut fakirin ekmeğidir ve köyde onun için iş yoktur,köşeye sıkışmıştır bu yüzden Yusuf'u ikna etmek pek de kolay değildir. Aktör olmak için İstanbul'a gelen genç kızlardan pek farkı olduğu söylenemez. Her ne kadar bu iki karakter farklı insanlar olsa da temelde aynı oldukları söylenebilir. İkisi de en temelde cinsel açlık çekmektedir. Biri bunu kalabalıkların içinde yalnızlık olarak tanımlarken diğerinin kendine münasip bir eş bulma çabası olarak adlandırıyor olması aslında acının niteliğini pek de değiştirmiyor. İkisi de hüzünlendiği zaman sigara içiyor. Aynı kadınların beğendiklerini de görüyoruz aynı zamanda. Bunu daha ileri götürmek gerekirse fotoğraf çekerken yardım etmek Yusuf'un da hoşuna gidiyor diyebiliriz. Özlerinde birbirinden çok farklı olmayan bu iki insan yaşadıkları coğrafya ve çevrelerindeki insanlar tarafından biririnden çok uzak iki insan haline getirilmiş.

Filmde aynı zamanda Mahmut ile Yusuf arasında hiyerarşiyi de görüyoruz. Mahmut yaşça büyük,daha zengin,ev sahibi olarak Yusuf'a sürekli üstünlüğünü hissettirmeye çalışıyor. Evde Mahmut'tan izin istemeden hareket etmek mümkün değil. Mahmut'un odasında kitaplar,müzik cdleri,filmler ile dolu mini kütüphanesinin önünde Yusuf'un küçültüldüğünü görüyoruz. Televizyon izlerken rahat koltuk hep Mahmut'un ama Yusuf sandalyede oturmak zorundadır. Mahmut bu durumu öyle ileri götürüyor ki onun gümüş saatini çaldığını ima ediyor. Saati bulduktan sonra bu imasından dolayı pişman olup üzülüyor. Bu ve benzeri olaylar sonrasında hiyerarşinin film içinde yavaş yavaş kırıldığını ve film sonunda bittiğini de görüyoruz. Filmin sonunda yakalanan fare ise bu durumu anlatmak için metafor olarak kullanılıyor. İkisi de hayat tarafından yakalanmış ve fare gibi acı çekmektedirler ama buna son verilmeli.


Filmin sonundaki fare metaforu ve film üzerine küçük bir yazı daha okumak isterseniz Ruken hocanın kitabından alıntılanan >>bu yazıyı<< da okuyabilirsiniz. Başka yazılarımda tekrar buluşmak üzere şimdilik adios.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder