Certified Copy izlemesi çok kolay bir film değil. Büyük ihtimalle filmi ilk izlediğinizde aklınızda bir sürü soru işareti kalacaktır, yani en azından bende olan şey buydu. Belki de bu yüzden filmi ikinci izleyişimden sonra yazacağım inceleme daha başarılı olacaktır. Filmin uzunluğu iki saatten az olsa da akıcı bir film olmadığını söylemem gerekiyor. Film uzun ve basit olmayan diyaloglar üzerine kurulu. Tabii bu diyalogların altından çok güzel kalkan iki baş rol oyuncusunun hakkını vermemiz gerekiyor. Özellikle Juliette Binoche'un performansı o kadar iyiydi ki zaten kendisi Cannes'da en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülmüş.
Film diyalogların yanı sıra görsel olarak da çok başarılı. Ben şahsen "yansıma çekimlerine" bayılan biriyim. Yansıma çekimi diyerek kastettiğim şey yönetmenin kameranın açısını değiştirmeden etraftaki yansıtıcı ayna ve cam gibi yüzeyleri kullanarak bizim normalde göremeyeceğimiz yerdeki aksiyonları ,detayları bize göstermesi aslında. Filmde bunun sıkça ve mükemmel bir biçimde kullanıldığını görebiliyoruz. Bunun dışında filmin sonunda otel içindeki sahnede kuşun gölgesi ve kanat çırpma sesiyle yapılan görsel bir oyun yakaladım. Ayrıca araba ile gezdikleri sahnede araba camından yapılan bize hem şehrin güzelliğini hem de ikilinin diyaloğunu yansıtan müthiş çekime de ayrıca hayran kaldım. Bu iki anın fotoğrafını incelemenin içinde bulacaksınız. Filmde gerektiğinde el kamerası ,gerektiğinde sabit ama dönen bir kamera görüyoruz. Bu açıdan da çeşitlilik olduğunu söyleyebiliriz.
Film öncelikle bize orijinal ve sahte kavramlarını sorgulatıyor. Bir tabloya baktığımızda onun orijinal veya inanılmaz benzerlikte taklidi olması onun değerini azaltır mı sorusunu soruyor bize. İnsanlar romantik olmaya yatkındır genelde ve bu yüzden orijinal tablo insanlara daha çekici gelir. Fakat tabloyu aslında güzel yapan o tablonun var olmasıdır diyebiliriz. Elbette tabloya Leonardo Da Vinci'nin fırçasının değmesi ona ayrıca bir romantiklik katıyor olabilir ve bu bizim o tablodan aldığımız hazzı arttırabilir. Bu bize aslında hayatın aslında bizim üzerimizden anlamlandığını gösteriyor. Biz o tablonun ünlü bir ressamın elinden çıktığını düşündüğümüz için o tablonun değeri gözümüzde birden artmış oluyor. Bu da perspektif denen olguyu öne çıkarıyor. Eğer biz bir sanat eserine değer veriyorsak bu bizim ona olan bakış açımızla oldukça bağlantılı. Bir sanat müzesinde yere konulan gözlüğe insanların ilgisini hatırlayalım. Onun ne kadar ilginç bir sanat eseri olduğunu düşünüyorlardı ama aslında ortada normal ve sıradan bir gözlük vardı. Bu durum filmde James'in söylediği gibi sadece sanat için geçerli değildir. Bu aslında hayatımızın kendisiyle doğrudan ilgilidir. Bir insana aşık oluyor olmanız sizin ona olan bakış açınızla,ona atfettiğiniz değerlerle alakalıdır. Güzelliğin on para etmez bendeki aşk olmasa demiş Aşık Veysel ve çok doğru söylemiş. Aslında bizim karşıdaki kişiye olan hislerimiz ve düşüncelerimiz onu sevmemizi veya nefret etmemizi sağlar. Platonik aşkınız karşılık bulabilir fakat sizin o kişi hakkında düşünceleriniz gerçeklerden uzak olabilir ve siz o kişiyle bir ilişki yaşamak istemeyebilirsiniz. Bu durumda gerçekler kafanızda kişiyi sevdiren özelliklerin değişmesine yol açmıştır. Özetle aslında bir cismin,tablonun veya kişinin değeri onun size nasıl sunulduğu ve sizin ona baktığınızla oldukça alakalıdır. Mona Lisa tablosunda esas olan ortaya çıkan iş ve hatta Mona Lisa'nın güzelliğidir. Elbet orijinal tabloyu görmek insanın hayatına bir romantizm katıyor olsa da sahte tabloların değersiz veya anlamsız olduğunu iddia etmek yanlıştır.
Parayı ele alalım. Para dediğimiz şey birkaç metal ve kağıt cisimden başka bir şey değildir aslında. Fakat biz toplumlar olarak ekonomiyi yaratmışız ve para denen cisimleri ekonominin araçları olarak kabul etmişiz. Benzer bir şekilde pırlanta,altın gibi cisimlerin aslında özlerinde değerleri yoktur fakat biz nadir ve parlak olmanın güzel olduğunu kabul ettiğimiz için onlara oldukça para harcıyoruz. Peki oldukça benzer sahtelerini kullanmak yerine servetlerimizi değerli madenlere,takılara yatırmanın anlamı nedir? Fakat insanlar psikolojik olarak pahalı olanın daha kaliteli, güzel olduğunu düşünmeye eğilimlidirler. Bununla alakalı National Geographic'te iki deney görmüştüm. Birinde aynı şarabı diğerinde ise aynı pastayı farklı etiketlerle insanlara satıyorlardı. Tabii ki daha pahalı daha kaliteli görünen şarap ve pasta insanların çok daha hoşuna gidiyor. Benzer bir şekilde insanlar içeriği tamamen aynı olan üründen pahalı olmaya daha yatkınlar. Reklamcılar bizim bu özelliklerimizi bildiği için reklamlarında ve pazarlama stratejilerinde insanları manipüle etmeye çalışırlar.
Tekrar orijinal ve sahte konusuna geri dönelim. Filmde öyle bir an geliyor ki biz James ve Elle'nin aslında 15 yıldır evli olduğunu düşünmeye başlıyoruz çünkü bizi buna zorluyorlar. Özelikle ilk izlediğimde oldukça kafam karışmıştı bu konuda ,fakat ikinci kez izlediğimde ikisinin de rol yaptığını ama bu rolün oldukça gerçekçi olduğunu çok net bir şekilde anladım. Bu durumu ayırmak çok kolay değil çünkü Elle ve James'in zaman zaman sinir krizlerine girip sahte ama gerçek tartışmaların içine girdiklerini görüyoruz. İşte burada anahtar bu tartışmaların sahte ama gerçek olması. Yani yine aslında konunun ucu bize dayanıyor. Bizim sahteyle ,gerçeği ayırmakta çok başarısız olan zihnimize dayanıyor. Evet aralarındaki kavgalar ,yaşanmışlıklar ve hikayeler yalan olsa dahi o an yüksek sesle kavga ediyor olmaları , ağlamaları gerçek olan şeyler. Bu gerçeklerin film özelinde bizim üzerimizde etkisi var ve aslında önemli olan şey de budur. Abbas Kiarostami filmi içerisinde yarattığı alegorik çift üzerinden bizim gerçeklik algımızı paramparça ederken diğer bir yandan film içerisinde tartıştırdığı tezlerinin gücünü gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder