Son zamanlarda izlediğim filmlerden yeterince zevk aldığımı hissedemiyordum ama doğru filmi izlemenin de önemli olduğunu anladım. Gerçi film izlerken anlık bir zevk hissetmek her zaman o en önemli şey olmayabiliyor ki bu blog için yazdığım yazılarda geçen filmlerin önemli bir kısmı film sonrası film üzerine düşünmem sayesinde ortaya çıktı. Duvara Karşı izlerken oldukça zevk aldığım filmlerden bir tanesi oldu gerçekten. Film 2004 yılında Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı'yı da almış zaten bu da filmin başarısını kanıtlayan bir gösterge. Filmini izlerken duygu geçişleri çok başarılı bir şekilde aktarılmış bana kalırsa ve kendinizi karakterlerin yerine koymaya başladığınızda bu geçişlerden siz de etkileniyorsunuz ister istemez. Filmin duygusal ve kişisel bir yönü olduğu gibi sosyoekonomik saptamalar yaptığını da görüyoruz çokça.
Film hayatı harabeye dönmüş ,yolunu kaybetmiş ve sarhoş olmak dışında amacı kalmamış Cahit'i görmemizle başlıyor. Cahit ne yapıyor? Yolunu kaybetmiş bir kısım insanın yaptığı gibi duvara karşı sürüyor arabasını ve bu vesileyle Sibel ile tanışmış oluyor. Sibel'de muhafazakar aile yapısında kısılı kalmış ve çözümü önce intiharda sonra yalan bir evlilikte aramıştır. Fakat bu evlilik zaman içinde yalan olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır. İnsanlar bana kalırsa duygularının büyük oranda esiri olan canlılardır. Bu duygular toplum tarafından şekillendirilmiş de olabilir. Şöyle ki filmi izleyenler bilir (filmi izlemediysen zaten yazıyı da okumanın pek bir anlamı yok) Cahit hiç tanımamasına rağmen kendi gibi bir psikopatla evlilik yapıyor ve aslında ona aşık olması için pek bir sebep yok. Düzenli bir şekilde seks yaptığı başka bir partneri var. Zaten bu evliliğin asıl amacı Cahit'in daha konforlu bir ev hayatına sahip olması, daha az para harcaması ve Sibel'in cinselliğini özgürce yaşayabilmesiydi en başından. Hem Sibel'in hem de Cahit'in birbirine aşık olmasının en temelinde kıskançlık bulunmaktadır. Kağıt üzerinde de olsa evli olmaları buna rağmen sevişmemeleri ve birbirlerinin cinsel hayatlarına karışamamaları gibi durumlar onların mülkiyetçi dürtülerini harekete geçirdi büyük oranda. Günümüzdeki yaşanan aşkların , bizim aşk diye tanımladığımız kavramın temeli mülkiyetçiliğe dayanmaktadır. İşte tam da bu noktada bu mülkiyetçilik duygusu insana en irrasyonel hareketleri yaptıran duygu oluveriyor. Cahit ve Sibel'in ilişkisi duygusal dengesizlikler çorbasına dönüyor aniden. Umarım zaman bulabilirsem blogum üzerinden insan ilişkileri ve mülkiyetçilik,anarşizm üzerine görüşlerimi aktarmak istiyorum bir ara. Bizler de ilişkilerimizi benzer dinamiklerin üzerine oturttuğumuz için empati kurmaya başlıyoruz otomatik olarak.
Bu nedenle aslında filmin melodram bir yapısı da var aynı zamanda. Bu filmde gördüğümüz dram müzikle inanılmaz bir şekilde desteklenmiş film içerisinde. Filmin duygusal değişimlerine şarkılar da müthiş bir şekilde eşlik ediyor ve bizi de buna alet ediyor. Ağla Sevdam şarkısında ben de gerçekten duygulanmıştım filmi izlerken. Fasıl ekibi filmin o anki moduna göre bölümlerin arasına girip başlıyor sanatını icra etmeye. Türk ezgileri ya da bir fasıl ekibinin kullanılmasının sebebi bu kişilerin yaşadığı psikolojik değişimlerde Türk geçmişlerinin önemli bir payı olması bana göre. Yani düşünüyorum benzer bir film daha evrensel bir hava katmak için yabancı müziklerle de desteklenebilirdi ama Fatih Akın'ın tercihi bu yönde olmamış. Filmde bunun yanında arka fondan çalınan müzikle birlikte Şeref'in kendi sesinden de türkü dinliyoruz bu kısım da ayrıca güzel olmuş. Filmde Türkçe rap şarkılara da oldukça yer verilmiş. Rap büyük oranda bir alt kültür müziği olarak nitelendirilebilir ve filmde Türklerin göçmen olarak yaşadığı sıkıntıları görüyoruz filmde. Fatih Akın'da zamanda Almanya'da benzer durumların içinde bulunduğu için filmlerinde bu tarz temalar oldukça sık işleniyor. Bu konuya biraz sonra ayrıca değinebiliriz.
Filmin bize gösterdiği şeylerden biri döngüsellik aslında. Filmin başlarında Cahit'in Katherina adında unutamadığı bir eski aşkı olduğunu görüyoruz. Büyük ihtimalle Katherina'nın hayatındaki eksikliği onu filmin başında olduğu duruma düşmesindeki birincil sebep. Bundan sonra en umutsuz anında hiç beklemediği anda karşısına Sibel çıkıyor ve kendini bu sefer Sibel'e kaptırmış oluyor. Fakat anlattığım bu mülkiyetçilik duygusu yüzünden bir insanı öldürebilecek kadar sağlıksız bir kafa yapısına giriyor Cahit. Filmin sonunda ise Cahit , Sibel'in onunla gelmemesinin ardından bir anlamda başladığı noktaya geri dönüyor. Hatta Cahit aynı zamanda doğduğu yere dönerek bu anlatımı destekliyor da diyebiliriz. Onun için artık Almanya'da yaşadığı bir hayat yok ve yeni bir sayfa açıldı. Hayat aslında kendi içinde bunun gibi döngüselliklere sahiptir. Bu süreçten ne kadar zarar ya da fayda elde edeceğimiz süreç içindeki psikolojimize ve bakış açımızla oldukça etkilidir. Mülkiyetçi bakış açısı aşırıya kaçıldığı zaman kişiyi uzun süreli depresyona sürükleyebilir.
Filmde benim ilgimi çeken en önemli ayrıntılardan biri seks sahneleri arasındaki ton farkıydı. Cahit'i Maren ile seks yaparken gördüğümüzde aralarında yaşanan şeyin karşılıklı haz alma odaklı olduğunu görüyoruz. Fakat Sibel ile yatakta yaşadığı şeyler tamamen romantizm ve duygusallık üzerine kurulu. Bu duygular onların birbirlerine sahip olma isteklerini dürtüyor. Zaten ilk seviştikleri sahnede Sibel Cahit'i durdurarak eğer sevişirlerse gerçekten karı koca olacaklarını söylüyor ama aslına bakılırsa iş işten çoktan geçmiş ve olan olmuştu. Seks bu doğrultuda kalan son eksik parçaydı. Sibel kekilli de değim yerindeyse "dirty girl" den sevgiliye olan duygu geçişini çok güzel bir şekilde aktarıyor film boyunca.
Filmdeki önemli noktalardan bir tanesi ise Türklerin Almanya'daki sosyoekonomik ve sosyokültürel konumuydu. Almanya'ya yaşanan işçi göçünün sonucunda Türkiye'den bir çok işçi ailesiyle birlikte muhafazakarlıklarını ve kültürlerini de Almanya'ya götürmüş oluyor. Evli olmalarına rağmen geneleve giden , gece kulübünde kavga çıkarıp sarkıntılık yapan erkekler. Bu çarpık muhafazakarlık Sibel'in hayatını bir kabusa çevirdiği için sahte bir evlilik yapmak zorunda kalıyor ve bunun sonucunda duygusal tramvalar yaşıyor aslında. Bu tarz başka ülkelerde yaşayan göçmenlerin iki seçenekleri vardır. Ya kültürlerini ve inandıkları şeylere körleme bir şekilde sahip çıkacaklar ya da asimile olacaklardır. Cahit aslında zaman içinde yaşam tarzı yüzünden Türklüğüne büyük oranda yabancılaşmıştır. Fakat film boyunca ,rakı ve dolma sahnesi dahil karakterlerin özlerine ,Türklüklerine döndüklerini görüyoruz. Filmde bunların yanı sıra bir adet Türk düğünü görüyoruz. Bu da Türklerin Almanya'ya kendi kültürlerini taşıdıklarının bir kanıtı gerçekten. Sibel'in abisi otomotiv işçisi üniformasıyla görülüyor filmde. Filmin sonunda ise tahminen çalıştığı yerin başına geçmiş olabilir diye tahmin ediyorum. Otobüs şoförü ve bodyguard olarak çalışan Türkleri de görüyoruz film boyunca.
Özetle film için kaliteli bir melodram diyebiliriz. Bitirmeden şunu da söylemek lazım ki film boyunca kendimizi yerine koyduğumuz karakterlerin hepsi birer anti kahraman aslında. Klasik yeşilçam melodramlarında olduğu gibi temiz ,efendi bir beyfendi yok karşımızda ama buna rağmen film kendini oldukça benimsetiyor. Eğer yazımı filmi izlemeden önce okuyanlardansanız bir zahmet artık izlersiniz filmi diye umuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder