Öncelikle ilişki içindeki mülkiyet anlayışından biraz bahsetmem ve konuyu değerlendirirken referans verebileceğim bir temel oluşturmam iyi olacaktır. Bunun için mülkiyetçiliği bir duygu olarak işleyeceğimiz için var veya yok demek yerine şiddetiyle değerlendirmeliyiz. Bu doğrultuda 0 ile 10 arasında değişken bir skalada incelemek faydalı olabilir. 0 bize mülkiyetçi duyguların hiç olmadığı ve 10 tamamen mülkiyetçi olan bir bireyi belirtecek. Tam bu noktada mülkiyetçi duyguların kişilere etkisinden de bahsetmezsek elbette olmaz. Bu mülkiyetçi duyguların oluşması için öncelikle iki insana ihtiyacımız vardır ve bu insanların hayatları belirli ölçülerde kesişmelidir. Mülkiyetçiliği somut bir aksiyon olarak tanımlamamız mümkün değil bu nedenle onu sonuçları üzerinden tanımlayabiliriz. Fakat illa somut bir tanım istiyorsanız ilişkide olduğunuz kişiye karşı belirli oranda hissettiğimiz sahiplik duygusu diyebiliriz. İlişkide mülkiyetçilik bireysellikle ters birliktelikle doğru orantılıdır. Benzer bir şekilde mülkiyetçilik arttıkça kaliteli iletişim kurmak da güçleşmeye başlar karşıdakiyle. Sorunlar arttığı gibi çözümleri de zorlaşmaya başlar. Bu durum ilişkinin bitmesiyle sonlanıyor tabii genelde, bitmediği durumlarda ise insanlar kendini saçma bir ilişkinin içinde mutsuz hissediyorlar. Skala üzerinden üç farklı ilişki tipine (fuckbuddyliği alt başlık olarak ayrıca konuşabiliriz) puan vermemiz gerekirse: Aile de 10 ile 7 ,duygusal ilişkilerde 10 ile 6 ve arkadaşlık ilişkilerinde ise 7 ile 3 arasında mülkiyetçilik görüldüğünü söyleyebiliriz.
İnsan kendi vücudunun içinde sürekli yalnız bir varlıktır aslında ne kadar çevresinde insanlar olsa dahi kendi düşünceleri,iç sesi,kolları ,bacakları ve vücudu ile yalnız başınadır. Bu yalnızlık zaman zaman insana iyi gelirken , zaman zaman boğucu olabilir ve yalnızlığını bastırmak için yolu başka insanlarla iletişime geçmekte sosyalleşmekte bulur. Yalnızlık hissi aile , arkadaşlık ve sevgililik gibi ilişkilerle bastırılmaya başlanır. Aile bireyleriyle yaşanan ilişki kişinin yaşının ilerleyip dışarıdaki insanlarla iletişime geçmesiyle birlikte yavaşça azalmaya ve belirli bir düzeye gelmeye başlar. Tabii herkes için bire bir aynı olduğunu söylememiz imkansız ama ben genel bir taslak çizmeye çalıştığım için sıkıntı olduğunu düşünmüyorum. Bu sefer kişi ailesinden açılan boşluğu arkadaşlarıyla doldurmaya başlar ve derken arkadaşlarına da alışır. Belirli bir yaştan sonra da cinsel yönelimine göre dürtülerinin de yönlendirmesiyle bir duygusal ilişki arayışına girer. Bu üç ilişki tipinin arasında arkadaşlık mülkiyetçi duyguların en az hissedildiği ilişki tipidir ve belki de insanın hayatında en çok eksikliğini hissettiği şey de arkadaşları olabilir. İnsan arkadaşlarının yanında oldukça rahat ve özgür bir şekilde hareket edebilir. Arkadaşlar birbirlerinin hayatı olmak yerine birbirlerinin hayatlarına eşlik ederler. Arkadaşlar arasında dürtülere dayanan etkileşimler yok denecek kadar azdır ve dolayısıyla kişilerin birbirini kısıtlamasını gerektirecek bir durum pek kolay oluşmaz. Dolayısıyla kişiler arkadaşlık ilişkilerinde kendileri gibi olup hayatlarına güzel bir şekilde devam ederler. Kan bağından doğan ilişkileri ve duygusal ilişkileri de işin içine katmamız gerek tabii. Benim hayat görüşüme göre anneler,babalar çocuklarına bir arkadaş samimiyetinde davranmayıp ,seni ben doğurttum ve sen benim sahip olduğum bir köpek gibi benim söylediklerime itaat edeceksin gibi söylemlerle çocuklarıyla iletişime geçtikleri zaman aralarındaki ilişki toplumsal hiyerarşiden doğan bir mülkiyet kavramının dışına çıkamıyor. Duygusal ilişkiler açısından bakarsak da bana kalırsa sevgilim benim en yakın arkadaşım olmalı. En yakın arkadaşım olurken de aynı zamanda yaşanan duygusal alışverişin yoğunluğuna rağmen mülkiyetçi hislerini kendi bireysel faydalarına rağmen baskılaması gerekiyor. Bizim de ilişkinin içinde yapmamız gereken şey eninde sonunda sahip olduğumuz bedenin ve yaşayacağımız hayatın içinde aslında yalnızlık dışında bir çözümün olduğunu anlamak ve bu ölümlü dünyada buna göre yaşamaya çalışmak. Dolayısıyla temel olarak yapmamız gereken şey benliklerimizin hem aile hem de duygusal ilişkinin içinde buharlaşmasını engellemek ve bireyselliğimizi mümkün oldukça koruyabilmek. Konuyu buradan devam ettirip şimdilik sadece duygusal ilişkilere odaklanıp daha derin bir analiz yapmak istiyorum.
Öncelikle bireysellik konusuna biraz daha detaylı değinmek istiyorum. Daha önce de söylediğim gibi insan her ne kadar çevresinde bir çok kişi olsa da hala en temelde yalnızdır ve hayatının sonuna kadar bu durum aşağı yukarı böyle devam edecektir. Sevgili dediğimiz bu insanlar bizim hayatımıza uzun veya kısa sürelerde dahil olup etkilerler. Bizim burada yapmamız gereken şey bireyselliğimizi olabildiğince çok korumak. Bunu yapmanın yollarından biri belirli kararları vermeden önce acaba ilişkim olmasaydı nasıl karar verirdim diye düşünmek olabilir. Örneğin önünüze önemli bir iş veya kariyer fırsatı geldiği zaman bu sizin hayatınızın gidişatını oldukça fazla etkileyebilir. Fakat bu fırsatlar eğer sizi sevdiğiniz kişiden uzaklaştıracak ise karar vermek oldukça güç bir hal alır. Bu durumda kişisel çıkarların büyüklüğüne göre bencil bir karar almak kişinin bireysel hayatı için çok önemlidir. Bu noktada "ben onun gibi birini bir daha nasıl bulacağım" gibi sorular canlanabilir kafanızda. Buna benim cevabım kimsenin bulunmaz hint kumaşı olmaması ve aslında karşımızdaki kişiyi öyle görmemizin tamamen bizimle alakalı olması,dolayısıyla kariyer planınızı gerçekleştirip bir süre aşk acısı çektikten sonra yine benzer duyguları hissedebileceğiniz birini bulmak o kadar da zor olmayacak. Bu tarz ilişkilerde bile ilişki bittikten bir süre sonra "aslında ilişkinin şurasında şunu şöyle yapmıştım ama ne kadar saçmaymış şimdi olsa hayatta yapmam" veya "şu tavırları çok saçmaydı" gibi düşünceler insanın kafasında belirmeye başlar. Bu düşüncelerin başladığı an mülkiyetçi duyguların sıfıra yaklaştığı an olarak nitelendirilebilir. Sizi ona bağlayan aidiyet duygusu ve alışkanlıktan kurtulduğunuz zaman ilişkinin eksiklerini gerçekten görmeye başlıyorsunuz.
Diyelim kariyer fırsatını reddettiniz ve mutlu ilişkinize devam etmek istediniz ama yarın öbür gün ilişkinizin yine aynı seyrinde devam edeceğinin bir garantisi yok. Öncelikle insanlar düşündüğünüz kadar saf ve temiz canlılar değil ve sizi yarı yolda bırakabilir. Siz aranızdaki mülkiyetçi anlaşmalara sözlere güvenirken karşıdaki sizin kariyer fırsatını kaçırdığınızı bilmesine rağmen size olan sevgisinin bittiğinden bahsedebilir, sizi daha çok hoşlandığı biri için terk edebilir ya da karşıdakini bırakalım siz ondan sıkılıp ayrılmak isteyebilirsiniz. İnsanlar çok kolay bencilce hareket edebilen canlılardır ve siz bir insana mülkiyetçi duygularla yaklaştığınız zaman uzun ömürlü plan yapmakta kendinizi rahat hissedebilirsiniz ama kariyer fırsatını kaçırdığınız ve ayrılmasaydık şunları şunları yapacaktık deyip üzülmenizle kalacaksınız. İlişkide duygular her zaman eşit olarak dağıtılmıyor bazen ve siz eğer çok seven ve daha çok ödün veren taraf oluyorsanız ilişki bittiğinde daha fazla zarar görüyorsunuz ve bu ödünlerin her biri bireyselliğinizden verilmiş oluyor aslında. Dolayısıyla ilişki bittiğinde de toparlanmanız belirli bir zaman alıyor belki de psikolojik destek almanız gerekiyor. Bu ödünler bahsettiğim gibi hayat değiştirici büyüklükte olmak zorunda da değil açıkçası. En sevdiğiniz yemeği yiyemiyor, evin içinde davranma şeklini uzun vadede rahatsız olacak şekilde değiştirmeye başlıyorsanız veya küçük yapmayı sevdiğiniz alışkanlıklarınızı sırf onu sevdiğiniz için baskılıyorsanız bile bu size ilişkinin sonunda "Oh iyi ki bitti!" hissini yaratacaktır. İlişkilerin bitmesinin sebeplerinden biri de bu tarz küçük problemlerin birikmesi denebilir.
Tam bu noktada diyeceksiniz ki "Berkay naptın biz o zaman bu ilişkiyi nasıl sürdüreceğiz?". Bu noktada ilişkide tarafların beklentileri ve dürüstlük gibi faktörler devreye giriyor bana kalırsa. Dürüstlüğün sağladığı şey karşıdakini nasıl bir ilişki yaşamak istediğiniz konusunda bilgilendirmektir öncelikle. Daha önce bahsettiğim mülkiyetçilik skalasında 10 ile 9 gibi rakamlardan mümkün oldukça uzak durmalı mümkünse 8-6 bandında olmalı mülkiyetçi duyguların şiddeti bir ilişkinin içerisinde. Elbette daha önemsiz ilişkiler yaşayarak bu rakamı daha aşağıya çekmek "açık ilişki" kavramına yaklaşmak da olası ama bu zaten kişiye çok zarar verdiğini düşündüğüm bir ilişki tipi değil. Tekrar burada dürüstlük faktörü devreye giriyor. Eğer iki tarafta içinde buluştukları ilişkinin mülkiyet seviyesinin farkında olup ve beklentilerini,hareketlerini buna göre ayarlayabilirlerse bu ilişki mümkün olduğunca uzun ömürlü ve sağlıklı bir şekilde ilerler. Bütün bunları ilişkinin başlarında kişiyle küçük küçük konuşmakta fayda vardır. Benzer bir dürüstlüğü ilişki sırasında da sürdürmek yine ilişki içindeki farkındalık için önemli bir durumdur.
İlişkide mülkiyetçi fikirlerden olabildiğince uzak durmak kısaca bireysellikten daha az ödün vermeyi beraberinde getiriyor. Fakat ilişki içinde daha mutlu olmayı göze alarak bazı risklere girdiniz ve özverilerde bulundunuz. Bu çok olası bir senaryo. İlişkiye mülkiyetçi duygularla yaklaşmayan biri bile bunu yapabilir. Bu durumun mülkiyetçi bir ilişkiden iki farkı olmalı. Öncelikle verilen fedakarlıktan eşit derecede bir fayda beklememeyi bir alışkanlık haline getirmek ve ilişki bittikten sonra bu özverilerden dolayı pişmanlık duymamak. Karşıdaki ilişkiye mülkünüz gibi baktığınız zaman verdiğiniz emeğin karşılığını olduğu gibi alacağınızı düşünebilirsiniz ama mülkiyetçi olmayan biri ilişkinin aslında her an bitmeye yakın olan bir şey olduğunu aklında tutmalıdır. Bu durum elbette ilişkinin içindeki polyannacılığı biraz öldürecektir ama ilişkiyi daha durgun bir mutluluk seviyesinde uzun süre tutmak için daha etkili olduğunu düşünüyorum. Yani dolayısıyla mülkiyetçi duygularla yaşanan bir ilişki irrasyonel mutluluk ve mutsuzlukların iniş çıkışlarıyla çalkalanır sürekli. Fakat mülkiyetçi olmayan yani bireyci diyebileceğimiz ilişki türü sizi daha farklı bir mutluluğun içine sokacak ve bu mutluluk daha az dalgalanmayla kişiyi psikolojik olarak daha sağlıklı kılacaktır.
Bireyci ilişki tipinin içindeki insanlar mülkün kalıcılığı büyüsüne kapılmayıp anını daha fazla yaşayan ,anından keyif alan insanlar olacaktır ve bu rutini önleyici bir şey haline gelebilir. İlişkilerin bitme sebeplerinden biri de rutine bağlamasıdır aynı zamanda. Hatta insanların evlendikten sonra birbirinden sıkılması ve arasındaki sevginin azalmasının en temelinde de aslında mülkiyetçiliğin artması yer alır. Mülkiyetçilik arttıkça kaybetme korusu azalır ve bu ilişkideki kişilerin ilişkiye gösterdikleri çabayla da aynı zamanda ters orantılıdır. Bu nedenle biriyle uzun bir ilişki yaşamak ve hatta birlikte yaşamak varken evlenmenin aslında pek de mantığı yoktur bana kalırsa. Mülkiyetçi bir ilişkide anı yaşamak değil ilişkinin yani mülkün sürdürülmesi ön plandadır her zaman ve bu da alışkanlığın kişiyi zorlamasıyla gerçekleşir. Bu noktada kişi kendi kişisel hayatına ve sevgilisine ayırdığı zamanı doğru bir şekilde dengelemelidir. Yani daha önce de söylediğim gibi en yakın arkadaşım olması gereken sevgilim benim hayatım olmamalı,hayatıma eşlik eden kişi olmalıdır. Bu noktada ilişkideki problemleri kısa vadede büyümeden çözen, uzunca planlara ve alışkanlıklara boyun eğmeyen her anından zevk alabileceğiniz ilişikiniz servise hazır olmuş oluyor. Eğer zaten bu kafa yapısının içinde biriyseniz karşınızdaki kişi istediği kadar mülkiyetçi bir anlayışa sahip olsun siz ilişkide daha sağlam duran ve dayanaklı kişi olacaksınız.
Böyle bir ilişkiyi pratikte yürütebilmek gerçekten kolay bir durum değil. Güçlü karakterli ve dürüst insanlar gerekiyor böyle bir ilişki tipi için gerçekten. Fakat benim düşüncem biz ilişkilerimizde bu anlattığım ideal olduğunu düşündüğüm durumlara ne kadar yaklaşabilirsek o kadar mutlu ve sağlıklı bireyler olacağız. Hatta ilişki anarşizmi diye bir kavram var ki pratikte yapması oldukça zor bir şey bu dediğim mülkiyet kavramı neredeyse sıfır olduğu için anlattığım problemlerin neredeyse hiç biri yaşanmıyor.
Kapitalist dünyanın bize her saniye dayattığı mülkiyet algısı elbette ilişkilere de belirli oranda yansımak durumunda çünkü hayatımızı başka türlü yaşamamız mümkün olmuyor. Bizim burada yapmamız gereken mülkiyetçiliğin seviyesini mümkün olan en ideal seviyeye getirmek. Zaten mülkiyetçiliği sıfırladığımız bir dünyada ilişki denen şeyin yaşanması mümkün değil büyük olasılıkla. Öyle bir ilişki türünü de tarif etmemiz çok mümkün değil çünkü bunun gerçek dünyada bir karşılığı yok. Umarım ilişkiler üzerinde düşüncelerim sizin kendi hayatınızda veya düşüncelerinizde de karşılık bulur. Anlattığım şeyleri daha fazla ve somut örneklerle anlatmak da mümkün tabii ama ben verebileceğim en yalın şekliyle zaten biraz kafa karıştırıcı olabilecek bir konuyu açıklamaya çalıştım.
İnsan kendi vücudunun içinde sürekli yalnız bir varlıktır aslında ne kadar çevresinde insanlar olsa dahi kendi düşünceleri,iç sesi,kolları ,bacakları ve vücudu ile yalnız başınadır. Bu yalnızlık zaman zaman insana iyi gelirken , zaman zaman boğucu olabilir ve yalnızlığını bastırmak için yolu başka insanlarla iletişime geçmekte sosyalleşmekte bulur. Yalnızlık hissi aile , arkadaşlık ve sevgililik gibi ilişkilerle bastırılmaya başlanır. Aile bireyleriyle yaşanan ilişki kişinin yaşının ilerleyip dışarıdaki insanlarla iletişime geçmesiyle birlikte yavaşça azalmaya ve belirli bir düzeye gelmeye başlar. Tabii herkes için bire bir aynı olduğunu söylememiz imkansız ama ben genel bir taslak çizmeye çalıştığım için sıkıntı olduğunu düşünmüyorum. Bu sefer kişi ailesinden açılan boşluğu arkadaşlarıyla doldurmaya başlar ve derken arkadaşlarına da alışır. Belirli bir yaştan sonra da cinsel yönelimine göre dürtülerinin de yönlendirmesiyle bir duygusal ilişki arayışına girer. Bu üç ilişki tipinin arasında arkadaşlık mülkiyetçi duyguların en az hissedildiği ilişki tipidir ve belki de insanın hayatında en çok eksikliğini hissettiği şey de arkadaşları olabilir. İnsan arkadaşlarının yanında oldukça rahat ve özgür bir şekilde hareket edebilir. Arkadaşlar birbirlerinin hayatı olmak yerine birbirlerinin hayatlarına eşlik ederler. Arkadaşlar arasında dürtülere dayanan etkileşimler yok denecek kadar azdır ve dolayısıyla kişilerin birbirini kısıtlamasını gerektirecek bir durum pek kolay oluşmaz. Dolayısıyla kişiler arkadaşlık ilişkilerinde kendileri gibi olup hayatlarına güzel bir şekilde devam ederler. Kan bağından doğan ilişkileri ve duygusal ilişkileri de işin içine katmamız gerek tabii. Benim hayat görüşüme göre anneler,babalar çocuklarına bir arkadaş samimiyetinde davranmayıp ,seni ben doğurttum ve sen benim sahip olduğum bir köpek gibi benim söylediklerime itaat edeceksin gibi söylemlerle çocuklarıyla iletişime geçtikleri zaman aralarındaki ilişki toplumsal hiyerarşiden doğan bir mülkiyet kavramının dışına çıkamıyor. Duygusal ilişkiler açısından bakarsak da bana kalırsa sevgilim benim en yakın arkadaşım olmalı. En yakın arkadaşım olurken de aynı zamanda yaşanan duygusal alışverişin yoğunluğuna rağmen mülkiyetçi hislerini kendi bireysel faydalarına rağmen baskılaması gerekiyor. Bizim de ilişkinin içinde yapmamız gereken şey eninde sonunda sahip olduğumuz bedenin ve yaşayacağımız hayatın içinde aslında yalnızlık dışında bir çözümün olduğunu anlamak ve bu ölümlü dünyada buna göre yaşamaya çalışmak. Dolayısıyla temel olarak yapmamız gereken şey benliklerimizin hem aile hem de duygusal ilişkinin içinde buharlaşmasını engellemek ve bireyselliğimizi mümkün oldukça koruyabilmek. Konuyu buradan devam ettirip şimdilik sadece duygusal ilişkilere odaklanıp daha derin bir analiz yapmak istiyorum.
Öncelikle bireysellik konusuna biraz daha detaylı değinmek istiyorum. Daha önce de söylediğim gibi insan her ne kadar çevresinde bir çok kişi olsa da hala en temelde yalnızdır ve hayatının sonuna kadar bu durum aşağı yukarı böyle devam edecektir. Sevgili dediğimiz bu insanlar bizim hayatımıza uzun veya kısa sürelerde dahil olup etkilerler. Bizim burada yapmamız gereken şey bireyselliğimizi olabildiğince çok korumak. Bunu yapmanın yollarından biri belirli kararları vermeden önce acaba ilişkim olmasaydı nasıl karar verirdim diye düşünmek olabilir. Örneğin önünüze önemli bir iş veya kariyer fırsatı geldiği zaman bu sizin hayatınızın gidişatını oldukça fazla etkileyebilir. Fakat bu fırsatlar eğer sizi sevdiğiniz kişiden uzaklaştıracak ise karar vermek oldukça güç bir hal alır. Bu durumda kişisel çıkarların büyüklüğüne göre bencil bir karar almak kişinin bireysel hayatı için çok önemlidir. Bu noktada "ben onun gibi birini bir daha nasıl bulacağım" gibi sorular canlanabilir kafanızda. Buna benim cevabım kimsenin bulunmaz hint kumaşı olmaması ve aslında karşımızdaki kişiyi öyle görmemizin tamamen bizimle alakalı olması,dolayısıyla kariyer planınızı gerçekleştirip bir süre aşk acısı çektikten sonra yine benzer duyguları hissedebileceğiniz birini bulmak o kadar da zor olmayacak. Bu tarz ilişkilerde bile ilişki bittikten bir süre sonra "aslında ilişkinin şurasında şunu şöyle yapmıştım ama ne kadar saçmaymış şimdi olsa hayatta yapmam" veya "şu tavırları çok saçmaydı" gibi düşünceler insanın kafasında belirmeye başlar. Bu düşüncelerin başladığı an mülkiyetçi duyguların sıfıra yaklaştığı an olarak nitelendirilebilir. Sizi ona bağlayan aidiyet duygusu ve alışkanlıktan kurtulduğunuz zaman ilişkinin eksiklerini gerçekten görmeye başlıyorsunuz.
Diyelim kariyer fırsatını reddettiniz ve mutlu ilişkinize devam etmek istediniz ama yarın öbür gün ilişkinizin yine aynı seyrinde devam edeceğinin bir garantisi yok. Öncelikle insanlar düşündüğünüz kadar saf ve temiz canlılar değil ve sizi yarı yolda bırakabilir. Siz aranızdaki mülkiyetçi anlaşmalara sözlere güvenirken karşıdaki sizin kariyer fırsatını kaçırdığınızı bilmesine rağmen size olan sevgisinin bittiğinden bahsedebilir, sizi daha çok hoşlandığı biri için terk edebilir ya da karşıdakini bırakalım siz ondan sıkılıp ayrılmak isteyebilirsiniz. İnsanlar çok kolay bencilce hareket edebilen canlılardır ve siz bir insana mülkiyetçi duygularla yaklaştığınız zaman uzun ömürlü plan yapmakta kendinizi rahat hissedebilirsiniz ama kariyer fırsatını kaçırdığınız ve ayrılmasaydık şunları şunları yapacaktık deyip üzülmenizle kalacaksınız. İlişkide duygular her zaman eşit olarak dağıtılmıyor bazen ve siz eğer çok seven ve daha çok ödün veren taraf oluyorsanız ilişki bittiğinde daha fazla zarar görüyorsunuz ve bu ödünlerin her biri bireyselliğinizden verilmiş oluyor aslında. Dolayısıyla ilişki bittiğinde de toparlanmanız belirli bir zaman alıyor belki de psikolojik destek almanız gerekiyor. Bu ödünler bahsettiğim gibi hayat değiştirici büyüklükte olmak zorunda da değil açıkçası. En sevdiğiniz yemeği yiyemiyor, evin içinde davranma şeklini uzun vadede rahatsız olacak şekilde değiştirmeye başlıyorsanız veya küçük yapmayı sevdiğiniz alışkanlıklarınızı sırf onu sevdiğiniz için baskılıyorsanız bile bu size ilişkinin sonunda "Oh iyi ki bitti!" hissini yaratacaktır. İlişkilerin bitmesinin sebeplerinden biri de bu tarz küçük problemlerin birikmesi denebilir.
Tam bu noktada diyeceksiniz ki "Berkay naptın biz o zaman bu ilişkiyi nasıl sürdüreceğiz?". Bu noktada ilişkide tarafların beklentileri ve dürüstlük gibi faktörler devreye giriyor bana kalırsa. Dürüstlüğün sağladığı şey karşıdakini nasıl bir ilişki yaşamak istediğiniz konusunda bilgilendirmektir öncelikle. Daha önce bahsettiğim mülkiyetçilik skalasında 10 ile 9 gibi rakamlardan mümkün oldukça uzak durmalı mümkünse 8-6 bandında olmalı mülkiyetçi duyguların şiddeti bir ilişkinin içerisinde. Elbette daha önemsiz ilişkiler yaşayarak bu rakamı daha aşağıya çekmek "açık ilişki" kavramına yaklaşmak da olası ama bu zaten kişiye çok zarar verdiğini düşündüğüm bir ilişki tipi değil. Tekrar burada dürüstlük faktörü devreye giriyor. Eğer iki tarafta içinde buluştukları ilişkinin mülkiyet seviyesinin farkında olup ve beklentilerini,hareketlerini buna göre ayarlayabilirlerse bu ilişki mümkün olduğunca uzun ömürlü ve sağlıklı bir şekilde ilerler. Bütün bunları ilişkinin başlarında kişiyle küçük küçük konuşmakta fayda vardır. Benzer bir dürüstlüğü ilişki sırasında da sürdürmek yine ilişki içindeki farkındalık için önemli bir durumdur.
İlişkide mülkiyetçi fikirlerden olabildiğince uzak durmak kısaca bireysellikten daha az ödün vermeyi beraberinde getiriyor. Fakat ilişki içinde daha mutlu olmayı göze alarak bazı risklere girdiniz ve özverilerde bulundunuz. Bu çok olası bir senaryo. İlişkiye mülkiyetçi duygularla yaklaşmayan biri bile bunu yapabilir. Bu durumun mülkiyetçi bir ilişkiden iki farkı olmalı. Öncelikle verilen fedakarlıktan eşit derecede bir fayda beklememeyi bir alışkanlık haline getirmek ve ilişki bittikten sonra bu özverilerden dolayı pişmanlık duymamak. Karşıdaki ilişkiye mülkünüz gibi baktığınız zaman verdiğiniz emeğin karşılığını olduğu gibi alacağınızı düşünebilirsiniz ama mülkiyetçi olmayan biri ilişkinin aslında her an bitmeye yakın olan bir şey olduğunu aklında tutmalıdır. Bu durum elbette ilişkinin içindeki polyannacılığı biraz öldürecektir ama ilişkiyi daha durgun bir mutluluk seviyesinde uzun süre tutmak için daha etkili olduğunu düşünüyorum. Yani dolayısıyla mülkiyetçi duygularla yaşanan bir ilişki irrasyonel mutluluk ve mutsuzlukların iniş çıkışlarıyla çalkalanır sürekli. Fakat mülkiyetçi olmayan yani bireyci diyebileceğimiz ilişki türü sizi daha farklı bir mutluluğun içine sokacak ve bu mutluluk daha az dalgalanmayla kişiyi psikolojik olarak daha sağlıklı kılacaktır.
Bireyci ilişki tipinin içindeki insanlar mülkün kalıcılığı büyüsüne kapılmayıp anını daha fazla yaşayan ,anından keyif alan insanlar olacaktır ve bu rutini önleyici bir şey haline gelebilir. İlişkilerin bitme sebeplerinden biri de rutine bağlamasıdır aynı zamanda. Hatta insanların evlendikten sonra birbirinden sıkılması ve arasındaki sevginin azalmasının en temelinde de aslında mülkiyetçiliğin artması yer alır. Mülkiyetçilik arttıkça kaybetme korusu azalır ve bu ilişkideki kişilerin ilişkiye gösterdikleri çabayla da aynı zamanda ters orantılıdır. Bu nedenle biriyle uzun bir ilişki yaşamak ve hatta birlikte yaşamak varken evlenmenin aslında pek de mantığı yoktur bana kalırsa. Mülkiyetçi bir ilişkide anı yaşamak değil ilişkinin yani mülkün sürdürülmesi ön plandadır her zaman ve bu da alışkanlığın kişiyi zorlamasıyla gerçekleşir. Bu noktada kişi kendi kişisel hayatına ve sevgilisine ayırdığı zamanı doğru bir şekilde dengelemelidir. Yani daha önce de söylediğim gibi en yakın arkadaşım olması gereken sevgilim benim hayatım olmamalı,hayatıma eşlik eden kişi olmalıdır. Bu noktada ilişkideki problemleri kısa vadede büyümeden çözen, uzunca planlara ve alışkanlıklara boyun eğmeyen her anından zevk alabileceğiniz ilişikiniz servise hazır olmuş oluyor. Eğer zaten bu kafa yapısının içinde biriyseniz karşınızdaki kişi istediği kadar mülkiyetçi bir anlayışa sahip olsun siz ilişkide daha sağlam duran ve dayanaklı kişi olacaksınız.
Böyle bir ilişkiyi pratikte yürütebilmek gerçekten kolay bir durum değil. Güçlü karakterli ve dürüst insanlar gerekiyor böyle bir ilişki tipi için gerçekten. Fakat benim düşüncem biz ilişkilerimizde bu anlattığım ideal olduğunu düşündüğüm durumlara ne kadar yaklaşabilirsek o kadar mutlu ve sağlıklı bireyler olacağız. Hatta ilişki anarşizmi diye bir kavram var ki pratikte yapması oldukça zor bir şey bu dediğim mülkiyet kavramı neredeyse sıfır olduğu için anlattığım problemlerin neredeyse hiç biri yaşanmıyor.