24 Aralık 2017 Pazar

Dinner With Andre ve Gerçeklik Algısı

Uzun bir aranın ardından hepinize merhaba! Bir hayli zamandır bloguma yazı yazmadığımı fark edip buraları tekrar değerlendirmek istedim. Bunu yaparken de en sevdiğim konuyu varoluşçuluğu kullanarak yapmak istedim. Filmloverss'taki bir liste aracılığıyla bulduğum Dinner With Andre filmi bayıcı ilk yarısına rağmen beni gerçekten etkiledi. Filmin ilk yarısı ikinci yarısı için altlık görevi görüyor diyebiliriz tek başına pek tadı yok ama birlikte düşününce fena olmuyor. Filmdeki Andre karakteri içinde yaşadığımız dünyanın bizi motomot düşünmeye ittiğini ve bunun bizde deyim yerindeyse gerçek körlüğüne yol açtığını iddia ediyor. Hayatta rollerimiz o kadar net biçilmiş ve biz bu rollerin o kadar içindeyiz ki eğer doğaçlama yapmayı öğrenemezsek bu körlük kalıcı bir hale geliyor. Körlüğün kalıcı hale gelmiş bir halini Persona filminde görüyoruz. Persona filmi hayatını toplumun normları üzerine kurmuş ve bize kendi gerçeğini göstermek yerine maskelerini gösteren bir aktrisin geçirdiği sorunları anlatıyor. Bu hikayenin bir de tam ters tarafı var bu durum da benim çok sevdiğim Melancholia ve belki de bir çok Woody Allen filminde kesit kesit olarak yer alıyor. Melancholia filminin merkezinde toplumun ona biçtiği rolleri reddeden bunların kör edici etkisini keşfeden bir kadın var. Bu kadın Dinner With Andre'de söylendiği gibi doğaçlama yapıyor adeta. İnsan melankolik bir ruh haline sahip olduğu zaman toplumdan oldukça kopar ve bireyselleşir. Bu durumda melankolik olmak ya da acı çekmek de denebilir insanın gözündeki perdeleri kaldıran bir durum.



Persona filminde gerçeklerden bir kaçış var ve Dinner With Andre filminde bu duruma oldukça önemli yer veriliyor. Günümüz toplumunda insanların duygularını ,düşüncelerini dürüstçe dile getirmelerinin mümkün olmadığını çünkü insanların bunu duymaya hazır olmadığından bahsediliyor. En yakınımızdaki insanların bile bize doğruları söylemesi dokunur bir hal alıyor çünkü içinde girdiğimiz rollerden ve toplumun bize yaptığı pışpışlama daha çok hoşumuza gidiyor. Bu noktada dürüstlüğü ve dürüst insanları takdir etmemiz gerekiyor çünkü dürüst olmak topluma adapte olmak için gerekli bir şey değil hatta tam tersine dışlanmanıza sebep olabilecek bir şey. Bu noktada dürüstlük cesurlukla özdeşleştirilebilir ve bu kişilerin onlara söylenen kurallara uymak yerine doğaçlama yaptığı söylenebilir. Filmde en sevdiğim şeylerden biri kişisel gelişim kitaplarına değinmeleri. İnsanlar birbirine yalan söylemeye o kadar alışmış ki sıradan ve gerçek olan fikirler insanlara orijinal ve mükemmel gelmeye başlıyor. Her şey üzerine yazılan kişisel gelişim kitapları insanların gelişimine yardım etmek yerine onların gerçeğe olan açlığını bastırıyor aslında ve bunu da dürüst olarak yapıyor. Bu durum bu kitapların içinin dolu olduğunu değil, cesur ve doğrudan bir dille yazıldıklarını gösteriyor.


Filmde bahsedilen diğer bir konu planlar ve hedefler. Melancholia filmindeki ana karakter ona öğretilen evlilik hedefini reddediyor aslında. Toplum insanlara eğer planlarını ve hedeflerini gerçekleştirirse mutlu ve başarılı olacağını öğretiyor aslında. Burada insanın yapması gereken tek şey uyum sağlayıp bir çoğunu toplumun ona dayattığı hedefleri tamamlamak. Çoğu insan bu hedeflerini tamamlayıp hayatlarının önemli bir kısmını geride bıraktıktan sonra bir tükenmişlik sendromuna giriyorlar aslında.Andre bu durumu hayatını bir baba,eş ve arkadaş rolü yaparak geçirdiğini söylerek ifade ediyor. İnsanlara bu roller daha onlar doğmadan biçiliyor ve dayatılmaya başlanıyor. Topluma uyum sağlayabilmek rollerdeki başarıya dayanıyor bir noktada. İnsan hayatının çok önemli bir kısmı öğrenilmiş komutları gerçekleştirmesiyle geçiyor ve belki öyle de bitiyor. Bu sadece hedefler ve planlar değil insanın günlük alışkanlıklarıyla da alakalı ki aslında bir çok şeyi sadece yapmamız gerektiği için yaptığmızı fark ediyoruz. Filmde bu durumu kısaca şöyle dile getiriyor: Gerçekten aç olduğun için mi yemek yiyorsun yoksa kaşığı ağzına götürmeye mi alıştın? Bazı şeyleri sadece yapabidiğin için yapıyorsun. Eğer yemek yemeye alıştıysan ve bu yüzden yemek yiyorsan yemeğin tadını gerçekten almıyorsun aslında. Filmde benim en ilgimi çeken diyaloglardan bir tanesi bu aslında. Mesela ben her yemekten sonra tatlı yeme ihtiyacı hisseden biriyim ama kendime tatlıdan gerçekten yeterince zevk alabiliyor muyum diye sorduğumda tatlıya olan alışkanlığımın daha ağır bastığını hissedebiliyorum. Filmde Budist meditasyonunda insanlara yemeğinin her ısırığını tattırdıklarını anlatıyor ve böylelikle yemeğin gerçekten tadını alabiliyorlar aslında. Bu insanlar böylelikle yedikleri şeyin bilincine vararak gerçek körlüğünden kurtulmuş oluyorlar. Bazen günleri doldurmak için bir döngü içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi ve bu durumu engellemenin yollarından biri ve gerçekten anı yaşamak dediğimiz şey aslında anın gerçekliğinin farkında olmak da denebilir. Yaşadığnız deneyimi mümkün olduğunda detaylı anlayabilmek ve hissedebilmek.



Biraz önce benim uydurduğum gerçek körlüğünden kurtulmanın yollarından biri kendimizi rahatsız etmek aslında bunu sorular sorarak da yapabiliriz gerçekle olan kontağımızı arttırarak da yapabiliriz. Melancholia filminde Justine bunu melankolik ruh halinin de yardımıyla Melancholia gezegeniyle etkileşerek gerçekleştiriyor. Filmde bu durum elektrikli battaniye üzerinden anlatılıyor. Andre asla bir elektrikli battaniye alıp komforunu arttırmayacağını çünkü hayatında böyle bir komfor artışının onu gerçeklikten bir nebze daha uzaklaştıracağını düşünüyor. Dışarının soğuk olduğunu bilmenin ve bunu hissetmenin sizi dünyada üşüyen bütün insanlarla bir bağ kurmanıza yardımı olacağını söylüyor. Göz göre göre üşümek bir nebze delice gelse de aslında doğru tarafları var. Andre daha da ileri gidip bunun televizyon izleyip beynimzi uyuşturmaya benzediğini söylüyor. Bu durumda aslında yaşadığımız fantazi dünyasının ögelerinden bir tanesi ve aslında gerçekten bu durumdan kaçabilmek pratikte mümkün değil. İnsanı hayvandan ayıran en önemli şey aslında bu belki de. İnsanlar daha gelişmiş iletişim ve yaratıcılık güçlerini kendilerine elektrikli battaniye üretmeye odaklıyorlar resmen. Bu elektrikli battaniye üretiminin ulaştığı en yüksek nokta vahşi kapitalizmin insanı uyuşturması ve kendi benliğinden uzaklaştırması olarak gösterilebilir. Kısacası hayvani doğamızdan sistemli bir şekilde uzaklaşmak doğaçlama yeteneklerimizi körelttiği gibi gerçeği görebilme ve deneyimleyebilme yetenklerimizin üstü elektrikli battaniyelerle örtülmüş bir durumda.

Peki bu durumda bir sonuca varmak için yapmamız gereken şey ne diye sorarsanız diye düşüncelerimi aktarmak isterim. Andre'nin Budist meditasyonunda anlattığı gibi hayatı her ısırığın tadını aldığımız bir yemek gibi tüm detaylarıyla yaşamalıyız fakat bu detayları Andre'nin yaptığı gibi hayali öykülere birbirine bağlamak yerine Wallace'in yaptığı ve belki Melancholia filminde Justine'in yaptığı gibi yani olduğu gibi görmemiz gerekiyor. Ne eksik ne de fazla.